28 Kasım 2015 Cumartesi

Bölüm X : Doğu İlleri ve Varto Alevilerinde Eski Tarikat Türeleri







Şorik köyünde bulunan tarihi secereden anlaşıldığına göre, Varto’daki Hormek, Lolan alevileri, Hacı Bektaşi Veli’nin zuhurundan önce Horasan ve Nişabur’da kurulan Alevilik ve tasavvuf tarikatına girip Erzincan bölgesine gelmişler ve 628-1212 tarihinde Selçuk Sultanı Alâettin-Keykubat tarafından rehberliği tasdik edilen Derviş Beyaz’la Baba-Mansur ailelerine çırak hakkına bağlanmışlardır. O çağda Aleviliği kabul eden bu halk 680-1264 tarihinde Hacı Bektaş’ın kurduğu Bektaşiliğin türelerini olduğu gibi tarikatlarıne karıştırmışlardır.


Bu halk dahi Anadolu’daki Alevi-Bektaşiler gibi ibadetlerini Türkçe yapmış, âyin-cem meydanlarında öz Türkçe, nefes, koşma, deyiş ve gül-benklerini bu tarikat içinde bir inan haline getirmiş, meselâ Palas Kalmukları’ndan kalan tenâsüh faslına inanmışlardır.


Bu inana göre: İnsanlar imtihan ve seyran için ervah âleminden bu dünyaya gelir, bu fânide; her türlü bekasız ve aldatıcı eşyadan ve kötülükten ve nefsin mekrinden sakınarak, ve bir mürşidi-kâmilin eteğinden tutarak kendi nefislerini karanlıktan kurtarırlarsa ve benliklerini atarak Tanrıya öz yüreklerinde görürlerse, böyleleri ölmez. Don Değişir.


Çünkü, onlar sağlığında ölmüşler, âşık, maşukla birleşip hakkı özlerinde görmüşler, onların batın gözleri açıktır, her an Cemali İlâhi’yi görürler. Onlar halkla birleşmiş ve kendilerini unutmuşlardır. Böylece bir can dünyadan göçeceği gün, gözlerini kapar ölümü taklit eder, uyur. Ruh, fâni olan cesedi terk ederek ayrı bir ceset ve canla mahlukun gözlerinden kayıp olup batına geçer, bir anda yıldızları, ayı, güneşi, arş ve kürsü gezer dolaşır, her yerde hazır ve nazır olur… Toprağa gömülen ceset bile hak yolunda dünyada eridiği için çürümez. Su gibi erir, toprağa ve asıl mayasına karışır.


Dünyadaki imtihanını vermiyen, nefese ve şeytana uyup hakkın buyruğunu yerine getirmiyen, nefsini karanlıktan kurtaramıyan eline, beline, diline mukayyet olmıyan bir adam, bu dünyada hayvanı-natık gibi yaşar, yeryüzündeki insanları ve batın ruhlarını inciden bu adam, hakkı burada göremediği için kör ve hayvan suretlidir. O, ölürken ruhu bir hayvana girer, cesedi derhal çürür, işlediği suçlara göre bu azap devresini geçirir ruhu, hayvandan hayvana geçer, azap müddeti bitince ikinci bir defa yine insan kalıbında olarak dünyaya gelir, eğer bu ikinci gelişinde kendisini tanır, gördüğü azabı, hatırlar ve özünü idrak eder de Hakka dönerse, bağışlanır, ölürken bir insan olarak erenlere erer. Eğer kendini idrak edip Hakkı kendinde görmezse, bu ikinci ölümünde bütün ebedi hayatın sonuna kadar hayvan sıfatına girer ruhu kalıptan kalıba geçer dolaşır.


Yukarı bölümlerde açıkladığımız gibi, bu görüş Alevi ve Bektaşiler arasında türlü türlü şekillerde nefsir edilmiş, hatta büyük gönülcü yunus Emre bile deyişlerinin birkaçında bu türlü inanışın tesiri altında kalmıştır.


Varto’daki Aleviler Zazaca konuştukları son çağlarda bile kurdukları ayin-cem meydanlarında Türkçe sözleşir, bu meydanlarda Türkçe şiir, nefes, mersiye, koşma, deyiş, gülbenkler birbirini kovalar, ayin-cem’in manzarasında; eski Türk atalarının birçok âdet ve inanışları gözlere çarpardı. Ayin-cem’de ince sazların ötüşü ve çeşit makamlarla okunan Türkçe deyiş, nefes ve gülbenklerin bir Türk edeb-erkânı içinde gönüllere verdiği ruh sevgisi, insanları vecde sürükler, ilâhi ve insani sevgiler milli ve ruhani birlik burada kendini gösterir, “kırkımız bir, birimiz kırk” gibi bir bütünlük ve bol sevgi ve yol kanunu üzerinde bütün canları bir, ve müsavi gören adil bir hak ve haklı bir hürriyet vardı. 


Herkes yerinde diz çökmüş, derin bir sessizlik içinde cemde okunan, Abdal Pirsultan, Kaygusuz Abdal, Şahhatayi, Genç Abdal, Seyrani, Dertli gibi birçok Türk ozanlarının deyişlerini dinliyor, sıra bunların adlarına geldi mi, sağ elini göğsüne koyarak niyaz ediyorlardı.


Ayin-cem herhangi bir büyük oda veya ev damında yapılırdı. Bu evin en üst yerinde “Pir” için bir post serilir, Pir postuna geçer otururdu. Ayin-cem’e gelenler, ikişer dörder olarak bir sini üzerine koydukları bir niyazla (çörek, meyva gibi) meydanın ortasına gelerek rükua gelir gibi eğilir, Baba’dan Türkçe bir gülbenk duasını alır, niyazi niyazciye teslim ederek, Baba’nın önünde diz çözüp elini niyaz eder, boş bulduğu bir yere oturur. Ayin-cem’e gelenler bu suretle meydana gelerek, sıra halinde edep ve erkânla otururlardı. Bazan meydana nasip almış kadınlar da gelir, meydanın bir tarafından saf tutarlardı. Cem’e gelen her kadın ve erkek bir yol ve hakikat kardeşi sayılır, yoldan çıkan kocasına uymayan, veyahut zina ettiği işitilen kadın, ve yol yezitliğini yapan, iftira ve nikahlı kadın kaçıran, zina yapan erkek, cem’e alınmazdı. Cem’de şehvet ve kötü gözle bakan kadın ve erkek derhal Pir’in emriyle cem’den sürülür ve artık hiçbir cem’e alınmazdı.


Ayin-cem meydanlarında: kapıcı, yoklamacı, çirağcı, niyazcı, süpürgeci, saki, aşçı, zakir, haberci, nöbetçi, selman gibi on iki hizmetçi vardı. Bu hizmetçiler Pir’den birer Türkçe gülbenk duasıyle vazifelerine tâyin edilirlerdi. Bundan sonra baba Türkçe bir gülbenkle çırağı yakar, sazı kendisi veyahut zakire verir, bütün cem “edep-erkân” nutkiyle dize gelir, ayin-cem başlardı. Bütün cem susar, derin bir aşk içinde zakirin okuduğu Türkçe deyişleri ve sazın sesini dinlerdi. Bu deyişlerden sonra birkaç düvazde imam okunur ve sonra Kul-himmet dedenin “bugün Pir bize geldi, güllerimi taz geldi. Önüsıra Kmaberi, Ali Murteza geldi.” Deyişi ile Şah Hayati’nin “- Benim pirim Muhammed, benim şahım Muhammed, illerin Kâbesi var. Benim Kâbem Muhammed” başlıklı ilahisi okunur, bütün cem dizde sallanarak, hak hak, Allah Allah sedasiyle meydanı titretir. Pir, uzun bir Türkçe gülbenk duasını okur ve fasla son verir, mümin sefası der, bütün canlar birbirini niyaz ederek, herkez bağdaş kurar, sigaralarını içer, ve süpürgeci ortalığı süpürür, Pir’in huzurunda rükua gelerek: “Süpürgeciyim, Gürühü nacim Pir divanında durucuyum”, der. 

Pir ona: “Allah, Allah hayırlar gele, şerler defola, münkir mınafık matola, süpürgeci Selman, kör olsun mervan, çare gelsin Ali-Şahimerdan, hizmetin hakka geçe, hak divanında yüzün akola, nuru nebi, Keremi Ali, pirimiz hünkârımız Hacı Bektaşi Veli demine hu, diyelim hu.” Diye bir gülbenk verir.


Bu merasimden sonra sakiler su ve şerbet dağıtırlar. Cem bir miktar istirahat ve sohbet ettikten sonra, semâ faslı başlar, zakir sazını eline alarak: “ Karşımızda karlı  dağlar, başı dumanlı, dumanlı ikilikle yar sevenler, kalbi gümanlı, gümanlı. Deryanın üstünde gezer kayık, kimi mesttir, kimi ayık. Bir semâ edin Tanrıya lâyık”. Ve saireden sonra: Semaya kalkacak canların adlarını deyişle söyliyerek her dafasında üç küşü semâya kaldırırdı. Semâya gidenler, evvelâ meydan ortasında bir gülbenk duasını alır, birbirlerine niyaz ederek pervaz tutar ve ortada dönerler. Zakir semâ deyişlerini kesmeden okur. Bütün cem semâya saygı göstererek ayağa kalkar, Allah, Allah sedasiyle meydan titrerdi.


Semâ faslı bir saat sürer, semâdan sonra imam Hüseyin için mersiyeler söyliyerek ağlanır, pir, ceme büyük bir Türkçe gülbenk çeker, ayin-cem’e son verir ve yüzünü oradaki canlara çevirip şu nasihatları verirdi: “ – Hak Muhammed – Ali huzurunda yüzünüz akola, pir divanında utanmıyasınız. Şimdi ey canlar bilmiş olasınız ki, hak ceminde ayrık, ayrılık, senlik ve benlik yoktur. Siz hep ana, baba, kerdeşsiniz. Bu hak yolu kıldan ince, kılıçtan keskindir. Kul kusursuz olmaz, suçları Hak bağışlıya, esirgiye. Lâkin bu yola girecekler, haram yemeyecek, yalan söylemeyecek, zina etmiyeceklerdir. Komşu hakkı Tanrı hakkıdır, komşu hakkına dokunulmaz. Gönül kırılmaz. Emanete hıyanet edilmez. Hazreti Pir buyurmuş ki: Eline, beline, diline sahip olun. Şimdi, elinizle şer işlemeyin, elinizle komadığınız bir şeyi kaldırmayın. Dilinizle verdiğini sözü (ikrar) geri almayın. Yalan, gıybet, iftira, bühtan etmeyin. Belinizi saklayın, başkasının donuna girmeyin, zina etmeyin. Zina yapan adam yüzbin yıkansa temiz olmaz. Yezitle yatıp kalkmayın, herkesi bir müsahip ve ahiret kardeşi tutun” der ve ceme müminler sefası emrini verirdi.


Bundan sonra herkes yerinde rahat oturur, sigara, su, çay vesaire içerdi. Aşçı tarafından yapılan yemekler ve kurban etleri meydana çekilir, yenilir. Sonradan niyazlar getirilerek lokma halinde dağıtılırdı. Bundan sonra ceme gelenlerin hepsi birden izin alarak evlerine dönerlerdi.


Anadolu’daki Bektaşiler cem kururlurken aşka gelmek için türe ile bir mey sofrası kurar, duasını aldıktan sonra saki bu demi meydana gelen canlara sunardı. Doğu’daki Alevilerde dem yoktu. Bunlar esrar içerlerdi.


Bütün Alevilerde serini ver, sırrını verme, buyruğuna fazlaca riayet edilirdi. Bu sebeple cem kurulurken bacaya nöbetçi ve kapıya bekçi dikilir, meydan yerine erkekler ve agâh kadınlar gelince, bu hal komşuları olan Sünniler tarafından görülmüş, bunlar tahminen bu işe türlü manalar vermiş ve çeşit hikayeler uydurmuş ve en çok Alevilerin erkekli kadınlı bir eve toplanarak burada mum söndürüp birbirlerine girdiklerini, asılsız bir iftira halinde ortaya atmışlardı. Aleviler bu dedikodu karşısında sabırlı davranarak, sırlarını açığa vurmamışlardı. Bu esrar, ancak Cumhuriyet devrinde bu tarikatların ilgası ve hiç kimsenin din ve mezhep için sıkıştırılmaması yüzünden meydana çıkmıştı.


Alevilerde Pir, rehber ve babanın yoldaki buyruğuna baş eğmek şarttı. Çünkü pir, mürşit, erenler bezminin başı Muhammed, Ali’nin halifesi sayılırdı. Ayin-cem’i, Muhammed, Ali ve Kırklar icat etmişlerdi. Bunlar bu ibadetlerini ve hakikat esrarını, özünü tanımıyan kimselerden ve hattâ hakikat ilmine vâkıf olmıyan diğer üç çahariyadan bile saklamış, serini ver, sırrını verme, buyruğunu tarikata bir esas olarak koymuşlardı.