24 Haziran 2015 Çarşamba

Bölüm VIII: Meşrutiyet Devri ve Birinci Dünya Savaşında Doğu İlleri ve Varto






Sultan Hamid’in istibdadına son veren Meşrutiyet devri, oldukça Türk milli birliği kaynaşmasının birinci merdiveni sayılır. Meşrutiyet idaresinde yer alan Hürriyet, Adalet, Müsavat, Uhuvet (kardeşlik) umdeleri; derebeylik, eşkıyalık ve zorbalığın ortadan kalkmasını sağlamış, doğu illerindeki Türk köylüsüne huzur içinde bir çalışma fırsatını vermişti. Artık köyleri basacak, dağlarda kervan soyacak ve adam öldürecek hiçbir şaki çetesi ve aşiret akınları yoktu.


Varto ilçesi halkı bu devirde huzur ve güven içinde yaşıyor, affa uğrayıp evlerine dönen Hormek ve Lolan halkı, aile ocağında çiftçilik ve koyunculukla uğraşıp çocuklarını Varto’da yeni açılan Rüştiye mektebine gönderiyorlardı.


Doğu illerinin birçok kesimlerinde ve Varto’da, senelerden beri istibdadın fikriyle zehirlenen Hamidiye alaylarına mensup aileleri: babaları Sultan Hamid’in ölümüne acıyor ve içten kan ağlıyorlardı. Aşiret ağalarının konaklarında Sultan Hamit türküsü söylenerek matem tutulurdu. Meşrutiyetin ilânından sonra Viranşehir’deki Hamidiye livası İbrahim Paşa isyan etmiş, devlet ordusu tarafından aşireti ile birlikte Şam’a kadar takibedilerek tenkil edilmişti. Malazgirt’teki Hasananli aşiretinden Rıza Halit meşrutiyet idaresine karşı geldiği için yakalanarak Muş ceza evinde ölmüştü. Bu sıkı takip karşısında diğer Hamidiye alayları ses çıkarmadan meşrutiyet idaresine boyun eğmişlerdi.


Hamidiye alay kumandan ve ümerasının, henüz aşiret eratı üzerindeki nüfuzları tamamen baki idi. Bu teşkilât aynen kabul edilmiş ve ancak bütün hareketleri nizamiye askerleri gibi kanunla tahdit edilmişti. Her Hamidiye alayı başında öz alay kumandanından başka bir nizamiye binbaşısı göndermişti. Bu binbaşı o Hamidiye alayının hükümet kanunlarına itaata zorlıyan, ve onlara askeri talim ve terbiye veren üstün bir âmir sayılırdı. Artık hiçbir Hamidiye alay kumandanı kimseyi öldüremez ve köy talanına gitmezdi.


Bu suretle değişen doğu illerinin havası içinde yer, yer dershaneler, mektepler açılmış, memleket servet ve saadet kaynağı olmuştu. Hamidiye alay ağaları çocuklarını okutmaya vermiş ve medeni bir şekle girmişlerdi. Bu durumdan en fazla sevinen eskiden mülkiye adı altında yaşıyan halk ve köylülerdi.


Bunlardan Hınıs’taki Çarekli Hasan ağalar, Varto’da Hormekli, Zeynel, Lolan ağaları ve Kârir’deki Hormekli Küçük ağa en başta halka önder olmuş, köy ve bölgelerinde bulunan okuma çağındaki çocukları yakın kasaba ve vilâyetlerin mekteplerine göndermişlerdi. Bunlardan fazla ilerleyen Kârirli Küçük Ağa idi. Senelerce Hösnek nahiyesi müdürü olan bu zat, istibdat devrinde on yedi tane oğlunu ve birçok akrabasını okutmuştu. Bunlar içinde küçük oğlu Haydar, cidden ilim ve irfaniyle temiz etmiş, doğu illerinde bir yıldız gibi parlamıştı. Fitri ve harikalı bir zekâ ve istibdada sahip olan genç Haydar, Türkçülük mefkuresi uğrunda yüzlerce genç yetiştirmiş ve irşat etmişti. Haydar bununla da kalmamış, kendi bölgesini zenginleştirmek için yüzlerce işçiyi Amerika’ya göndermişti.


Bunlardan başka Kiği Beyleri, Çarek’te Şah Hüseyin oğlu Haydar Bey, Hınıs kasabasındaki Alâettin oğulları, Muş eşrafından Hacı Derviş ve Muş eşrafı bir Türklük ve milliyetçilik çığırı üzerinde yürümeğe başlamışlardı.


Bütün Hamidiye alayları zahirde meşrutiyet idaresine bağlı görünmüşlerse de, içlerinde her an bu idarenin düşmanları kesilmişlerdi. Bunlar bu hal içinde devletten aldıkları bol maaş ve yüksek rütbeleriyle sessiz ve rahat yaşıyorlardı. Bütün doğu halkı iki yıl bu huzur ve rahatlık içinde yaşadı.


1328-1912 Balkan Harbi memleketin bu rahatına zehir katmış, doğu illerinde huzursuzluk belirmiş, Hamidiye alayları sıkı bir talim altına alınmıştı. Bu yılda Zeynel ve daha evvelki sene kardeşi Veli ölmüş, Hormek köylerini derin bir matem kaplamıştı. Selim’in kardeşi Veli ve Zeynel’in kardeşi Ali, Balkan Harbinde hükümete yardım etmek üzere köylerinden asker toplamaya başlamışlardı. Hükümetten gelen bir emir üzerine bu asker toplaması durdurulmuş, hükümet Balkan Harbinde doğu illerindeki halk ile Hamidiye alaylarından hiçbir kuvvetin Balkanlara gitmesine müsaade etmiyerek onları doğu cephesi için yerlerinde bırakmıştı.


1330-1914 yılı Cihan Harbi başlamıştı. Bu savaşta doğu illerindeki Hamidiye alayları ve Varto’daki  Cibranlılar Ağrı’ya, Rus ordusuna karşı gönderilmişlerdi. Hormek ve Lolan halkı, harbin ilânı gününde davullar çalınarak askere alınıp vatan müdafaasına gönderildi.


Savaş ilk yıl doğu hududunda bütün şiddetini gösterdi. Sayısız Rus ordusu karşısında intizamsız bir ordumuz ve 36 aşiret alayı vardı. Hamidiye alayları kırık silâhlariyle aylarca Rus ordusuna karşı dövüşmüş, Cibranlı üçüncü aşiret alay kaymakamı Maksut Halit Bey, büyük yararlıklar göstererek Pasinler’de şehit olmuş, Rus ordusu Pasinler’e kadar ilerlemişti. Pasinler’de ikinci Cibran aşiret alay kumandanı Halit Bey yaptığı fedakârlıktan ötürü miralaylığa terfi etmiş, Hasenanlı aşireti büyük yararlıklar yaparak Halil-Hasan ve birçok ağaları şehit olmuş, Sipkanlı Abdülmecit Bey savaş meydanında ağır yaralanmıştı. Fakat bütün bunlara rağmen Rus ordusu her gün için ilerliyor, asker ve alaylarımızı perişan ediyordu.


1331-1915 yıl baharında Harbiye Nazırı Enver Paşa, kuvvetli bir ordu ile Ağrı dağlarına gelmiş, bu orduya Allahekber dağlarının fırtınalarında boğmuştu. Hamidiye alayları bu mağlubiyetten sonra ümitlerini keserek kafileler halinde cepheden firar ederek, yine doğu illerinin dağlarında şekavet ve soygunculuğa başlamışlardı. Bu durum karşısında mevcutları azalan alaylar cephede birleştirilmiş, bütün Cibran alayları Miralay Halit Bey, Hasenan alayları Hasenli Miralay Halit Bey emrine verilmiş, bütün alaylar Mürsel Paşa fırkasına bağlanmışlardı.


Rusların 1331-1915 yılı yaz aylarında çok üstün kuvvetlerle yaptıkları saldırı karşısında, bu alayların bir miktarı cepheden firar ederek köylerine dönmüş ve kendileri gibi ordudan kaçan askerlerin silâhlarını alıp soymuşlardı. Bu sırada cepheden kaçan Anadolu’dan bir çavuşla, iki er, Karlıova’nın Ceban köyü meşeliğinde Cibran üçüncü alay firarilerinden yetmiş kişi tarafından kuşatılmış, çavuş ve arkadaşları bir kayalığa sığınarak silâhlarını almağa gelen Cibranlıların elebaşlarından Çirikli Musa ile dokuz arkadaşını öldürüp savuşmuşlardı.


Bu yılın sonlarında Rus ordusu Eleşkirt, Malazgirt ve Pasinler’e kadar ilerlemiş, bu ilçelerden kalkan muhacir göçleri Bingöllerden Varto ve Karlıova’ya akmışlardı. Doğudaki ordumuzun durumu müşküldü. En güzide ordularımız: Balkan hudutlarında, Irak ve Ege’de çarpışıyorlardı. Doğudaki zayıf ordumuzu müthiş bir tifo hastalığı kaplamış, günde yüzlerce yiğit yokluktan can veriyordu. Cepheden firar eden ve izinli gelen doğu halkı köylerine bu salgın hastalığı getirmiş, yurdu bir kara tufan sarmıştı.


Harbin başlangıcından beri doğu illerindeki Ermeni köyleri ve fedaileri Ruslara yardım etmiş, ordumuzda bulunan Ermeni askerleri kaçıp Rus ordusuna katılmışlardı. Ruslar Pasin’i işgal edince, Muş, Varto, Kiği, Palo bölgelerindeki Ermeniler açık olarak isyan etmiş, çeteler halinde İslâm köylerine saldırmışlardı. Cepheden firar eden Hamidiye süvarileri ve milisler bu asırlarla çarpışarak bir kısmını tenkil ve diğerlerini Rus ordusuna doğru kaçırmışlardı.


Cepheden firar eden Hamidiye atlıları yine doğunun birçok kesimlerinde köylere girerek asker kaçağı ve silâh toplaması bahanesiyle halkı soymağa başlamışlardı. Kış yaklaşıyor, ordumuz, Rusların çok üstün kuvvetleri karşısında Pasinler’de parça parça koparak geri çekiliyordu. Ordu ve köylerdeki tifo hastalığı bütün doğu illerini kara bir mateme büründürmüştü. 


Babaları harbde ölen binlerce öksüz yavru, harabe damların duvarları önünde aç ve çıplak titriyor, dileniyor ve en son açlıktan kırılıp gidiyorlardı. Evlâtlarını kaybeden anneler, kocalarını yitiren gelinler hep kara giymişlerdi. Köylerin bütün evlerinde hastalar hasır gibi yatmış, her köyden günde birkaç ölü çıkardı. (1) Bu hastalık 1331-1915 Ağustos’unda Varto’da bütün şiddetini gösterdi, doktorsuz ve bakımsız olan ilçe köylerinde binden fazla adam ölmüştü.


1331-1915 yılı son aylarında karlar yağmış, doğudan Varto ve Hınıs bölgelerine gelen Celâli, Hayderan, Sıpkan, Zilan göçmenleri ve her sınıf kasabalı ve köylü halk, buradan Diyarbakır – Elâzığ’a akmışlardı. Birinci kânun ayında kış bütün zorunu göstermiş, yollara metrelerce kar dolmuştu. Kışlık elbise ve vesaitle mücehhez olan Rus ordusu bir koldan Erzurum’u almış, diğer cepheden Hınıs’a akmış dağınık bir kolordumuzla, Hamidiye alay döküntülerini ric’ata mecbur ederek Varto’ya saldırmıştı. Bu sırada Varto ile Hınıs arasında bulunan “Zoru” deresinde bir Rus süvari fırkası Cibranlı Miralay Halit Beyin emrinde olan ikinci Cibran alayını çevirmiş, fırka komutanı öldürülmüş, Ruslardan hayli süvari yere serilmiş, Halit Beyin amcası oğlu Mustafa ile yirmi beş kişi şehit olmuş, Cibranlılar kuşatmayı yararak Varto’ya gelmişlerdi.


Rus ordusu 3/Şubat/1331-1915 günü Varto ilçesini işgal etmişti. Bu işgal, Varto halkı için büyük felâket olmuş, Lolan aşiretinin bütün halkı ve köyleri Rusların ellerine esir düşmüş, Cibranlılarla, Hormekli Zeynel’in kardeşi Ali (2) ve Selim’in kardeşi Veli iki yüz ev halkiyle kalın kar tepelerini aşarak Kiği ve Çapakçur bölgelerine göçmüşlerdi.


Ruslar şubat ayında Varto ve Hınıs bölgelerinde duraklamış, dağların fırtına ve tipileri yüzünden ilerliyememişlerdi. Bizim cephemiz, Kiği-Kârir dağlarında, Sığı boğazında ve Eşek-meydan’da kurulacaktı, fakat cephede asker namına hiçbir şey yoktu. Kârirli Küçük Ağa’nın önderliğiyle bütün bölge halkı toplanmış buralarda birer milli cephe kurmuşlardı. Kârir dağlarında Küçük Ağa oğlu Mehmet Efendinin emrinde olan Hormek milis alayı, Karabaş bölgesinde üçüncü Cibran alayı kumandanı şehit Halit Beyin oğlu “Baba” Beyin emrindeki yarım alayı, Sığı boğazında Gökdereli Şeyh Şerif’in emrinde olan Çapakçur ve Palo Zazalarından bin kişi ile, Kiği’nin Şahdeli aşireti vardı. Solhan ve Genç Zazaları Eşek-meydan cephesini tutmuşlardı. Çapakçur’a gelen iki fırka askerimiz bu cephelerdeki milli kuvvetler üzerinde taksim edilmiş, her üç cephe de emniyet altına alınmıştı. 5/Mart/1332-1916


Rus ordusu mart ayının son günlerinde üstün kuvvetleriyle bu cephelere yüklenmişti. Ruslar on beş gün arasız saldırdıkları halde, bu bir avuç kuvvetlerimizi yerinden kımıldatamamış, büyük bir zayiata uğrayarak geri çekilmişti. Milli ve askeri birliklerimiz çok muhkem olan bu cephelerde kahramanca dövüşmüş, koca Rus ordusunu Şerafettin ve Çivreş dağlarına kadar kaçırmışlardı. (3)


1916 yılının nisan ayında her taraf çayır ve çimenle dolmuştu. Ruslar ağır toplarını Şerafettin ve Çivreş dağlarına kurmuş, bu cephedeki kuvvetlerimizi toza dumana büründürmüşlerdi. Rus kıt’aları durmadan üstün kuvvetleriyle taarruz edip duruyorlardı. Kuvvetlerimiz bu müstahkem mevzilerinde ölüme, yokluğa katlanarak, mayıs ayı başına kadar yerlerinde sebat etmişlerdi.


Ruslar karşılaştıkları bu çetin müdafaa karşısında duraklayınca; tam hazırlanarak yedi yüz bin mevcutlu bir ordu ile 15/Mayıs/1332-1916 günü Eşek-meydan’dan Erzincan’a kadar bütün cephemize saldırmışlardı. Bu sırada Çanakkale’de cihanı hayretler içinde bırakan şanlı Türk ordusu yıldırım hıziyle bu cephelere yetişerek polattan yapılmış bir duvar gibi Rus ordusunu karşılayıp durdurmuştu.


Kahraman ordumuzun ikinci ordu kumandanı Ahmet İzzet Paşa, karargâhını Çapakçur’un Gazik köyünde kurmuş, ikinci kolordu komutanı Faik Paşa karargâhını Sancak nahiyesinin Simsor köyüne kurarak ordu birliklerini Kârir dağları, Haciyan boğazı ve Eşek-meydan cephelerine sevk etmişlerdi. Vahip Paşa üçüncü ordu ile Erzincan cephesinde bulunuyordu.


Rus ordusu ilk hücumunda kahraman ordumuzun bu yenilmez kuvvetiyle karşılaşarak on binden fazla ölü vererek şaşkın bir halde geri çekilmiş ve karşısındaki kuvvetin Çanakkale’de cihanı titreten Türk ordusu olduğunu anlıyarak ona göre tedbir almış, ve bir iki hafta içinde Hınıs ve Pasinler’de bulunan 60 ve 61inci kolordularını Kârir ve Sığı cephelerine yığıp ikinci bir saldırıya başlamışlardı.


Bu saldırı iki gün iki gece arasız devam etti. Her iki ordu boğaz boğaza geldi. En son yapılan süngü boğuşmasında : Türk ordusu tarihin kendisine ayırdığı şerefli noktaya çıkarak Rus ordusunu süngüsüne katıp, Çivreş dağlarına fırladı. Burada parçalıyarak, Göynük ovasına kadar kovaladı. Beş bin kişilik zayiatımıza karşılık, Rusların otuz binden fazla ölüsü ve binlerce esiri vardı.


Kârir dağlarında Rus çetelerinden geçilmezdi. Bu şerefli savaş, Kaluşk tepesinde ordunun başında bulunan ikinci kolordu komutanı Faik Paşa tarafından idare edilirdi. O büyük kahraman, bu şerefli vatan gazasında dürbiniyle harekâtı temaşa ve kıtalara emirler verirken alnından aldığı bir kurşunla sevgili yurdunun en yüce dağında Tanrısına kavuşurken, onun aziz ruhu yarattığı zafer üzerine çığlıklar kopararak Türk ordusu üstünde pervaz açtı.

Büyük şehidin cesedi Elâzığ’a kaldırılarak şehitlikte sevgili yurdum toprağına gömüldü. Yerine tâyin edilen birinci fırka komutanı Miralay Cafer-Tayyar, ikinci kolordunun başına geçerek çadırını Kârir dağlarına kurdu.

Rusların bu savaşta yenilerek ağır kayıplar vermesi, onları ordularını pek fazla takviye etmeye zorlamıştı. Birkaç hafta içinde içeriden ve Kafkaslardan sayısız Rus kıtaları sel gibi Kârir cephesine akmışlardı.

Ordumuzun birkaç misli olan bir Rus ordusu cephelerimizin önünde yığılmıştı. Ruslar bu kuvvetle cepheyi çözeceklerini sanarak 5/Haziran/1333-1916 günü bütün kuvvetiyle, Sığı boğazı ve Kârir dağlarının Kârir-baba, Eser-baba, Kaluşk, Zerdikan, Merhik, Bayındır-baba (4) tepelerindeki ordumuza hücum ettiler.


Ordumuz ilk önce bu saldırıya karşı sabırlı davranmış, hafif bir ateşle Rus fırkalarının mevzilerimiz önüne kadar gelmesini beklemiş, Eser-baba tepesinde olan kolordu komutanı Cafer Tayyar Paşa’nın emriyle bütün cephe boyunda şiddetle bir ateş açarak bu dağlarda mahşer kopmuş, iki saat süren bu kanlı çarpışma sonunda Ruslar ta mevzilerimize gelerek her iki ordu süngü süngüye gelmiş, sel gibi kanlar akmaya başlamıştı. Kârir dağlarında Mehmetçiklerin yıldırım haykırışı ortalığı çınlatıyordu. Son bir gayretle Rus ordusu bütün cephe kesimlerinde bozulmuş, ve sür’atle kaçmaya başlamıştı. Her birisi bir yeleli arslan kesilen Mehmetçikler, düşmanı şiddetle kovalıyor, Kârir dağlarının kuytu meşelerinde yerlere seriyorlardı. (5)


Ordumuzun bütün Rus ordusunu önüne katarak ve mevzilerini sökerek, gecenin zifiri karanlığında Göynük ovasına kadar sürmüş, sayısız silâh, cephane ve harb malzemesi almış, koca Rus ordusunu yarıya indirmişti. (6)


Bu zorlu savaşta tamamen yenilen Rus ordusu, Kârir dağlarından Sığı-Haciyan boğazından kaçarak sürülerek Göynük ovasına ve Şerafettin, Çivreş dağlarına çekilmişti ve Eşek-meydan cephesinden, Boğlan gediğine ricât etmişti. Ruslar çekildikleri yerlerde tutunmak için kuvvetli mevziler yapmakta idiler. Halbuki ordumuz daha ileri gidip, çok muhkem olan mevzilerini bırakamazdı. Ruslar bunu bildiği için çekildikleri yerlerde hazırlanıyor, tekrar taarruza geçmek istiyorlardı. Bir iki hafta içinde Erzurum’dan gönderilen iki Rus kolordusu , Rus ordusunu tekrar canlandırmıştı.


Türk ordusu durmadan Kârir dağlarında Sığı boğazında ve Haciyan ve Eşek-meydan cephelerinde mevzilerini tahkim ediyordu. Milli kuvvetlerin bir kısmı salıverilmiş, Cibran alayı istirahate çekilmiş, Haciyan boğazında Şeyh Şerif’in milisleri ve Kârir dağlarında Hormek milis alayı hemüz, 36. veya 38. Fırka komutanı Miralay Kâzım Bey’in (7) emrinde çalışıyorlardı.


Bu sırada, Dersim’in güney eteklerinde bulunan Hayderan, Demenan, Ariyan aşiretleri hükümetin bu zayıf durumundan faydalanarak bahardan beri Malazgirt, Pertek ilçelerini yağma etmişlerdi. Ordu Elâzığ’a yetişince, Galatalı Miralay Şevket Bey bu aşiretleri tedip ederek Dersim dağlarına kaçırmıştı. Bu tedip sillesinden ötürü Dersimliler bölgelerine doğru gelen Ruslara karşı hiçbir hareket göstermiyorlardı. Bu cephede Vahip Paşa’nın üçüncü ordusu ile Balaban aşireti reisi Gül Ağa’nın beş yüz milisi vardı. Ahmet İzzet Paşa, Dersimlileri harekete geçirmek için Kârir Hormek aşireti reisi Küçük Ağa’yı Dersim’e göndermişti. Küçük Ağa bir ay içinde Dersim ağalarından yirmi dört aşireti reisini Gazik’te Ahmet İzzet Paşanın yanına getirip hükümete dehalet ettirmişti. (8)


Ahmet İzzet Paşa, Küçük Ağa’yı bir sadakat nişanı ile taltif ederek bütün Dersim ağalarına ayrı, ayrı hediyeler vermiş, bunlar yerlerine dönerek Ovacığa doğur yürüyen bir Rus fırkasını imha etmiş, ve Rus ordusuna karşı Pilümer ve Dersim dağlarında kuvvetli bir cephe kurmuşlardı. (9)


Bir aydan beri Şerafettin ve Çivreş dağlarında ve Boğlan gediğinde hazırlanmakta olan Rus ordusu nihayet 15/Temmuz/1332-1916 günü Kârir dağlarına Sığı ve Eşek-meydan’daki cephemize dördüncü büyük taarruzunu yaptı. Bu kuvvetli saldırıya karşı büyük bir taarruza geçen kahraman ordumuz, bir gün süren arasız ve zorlu bir karşılaşma sonunda yine Rus ordusunu yerinden oynatarak, Kârir ve Sığı boğazından Varto hududuna ve Eşek-meydan cephesinden Muş’un ziyaret nahiyesine kadar Rusları geri çekilmeye mecbur etmiş ve bu savaşta top, tüfek ve çok miktarda harp malzemesiyle esir ele geçirmişti. Bu son hezimetten sonra artık Rus ordusu bir daha kendini toplayamamış ve ordumuza saldırmaktan vazgeçerek çekildiği yerlerde tutunmaya çalışmıştı.


Ordumuz zaferinden duyduğu güvenle cephesinde kış tedarikiyle uğraşarak, milli kuvvetlerin de Malatya ve Diyarbakır’a inmesine müsaade etmiş, Cibran alayları Urfa iline, Şeyh Şerif kuvvetleri Palo’ya, Hormekliler de ikiye ayrılarak Kârir halkı, Küçük Ağa’nın emrinde Malazgirt ilçesinin Sorak ve Göktepe bölgesine Varto halkı Zeynel’in kardeşi Ali ile Malatya ilinin Akçadağ ilçesine bağlı Kurşunlu nahiyesinin Engüzek köyüne gitmişlerdi. (10)


1332-1916 rumi yılının kışında Ahmet İzzet Paşa karargâhını Elâzığ’a nakil etmiş, ordumuzun bir kısmı Kârir dağlarında ve Eşek-meydan cephesinde ve Palo’nun Sekrat köyüne yerleştirilmiş, Diyarbakır’daki ordu komutanlığına Gazi Mustafa Kemal gelerek Bitlis ve Muş’u işgal etmişti.


18/I.Kânun/133-1917 günü Erzincan’da Rus ordusu ile Osmanlı ordusu arasında mütarekenâme imza edilmiş, bir müddet sonra Ruslar çekilirken, doğu illerini Ermenilerin hâkimiyetine teslim ederek, bunlara sayısız cephane, yiyecek, top tüfek ve sair malzeme bırakmıştı. 


Ermeniler : Erzincan, Pülümer, Tercan, Erzurum, Varto, Hınıs ve Pasinler’de kuvvetli hükümet idare merkezlerini kurmuştu. Bu bölgeler halkının çoğu hicrete vakit bulamamş, Rusların eline esir düşerken, Ermeniler tarafından öldürülmüş, bütün mal ve yiyecekleri ellerinden alınarak sefil bırakılmış, Kafkas Türkleri gayrete gelerek bu bölgelerdeki kandaşlarına sayısız miktarda zahire, elbise ve para toplayıp “iştâp” adı verilen birer heyetle göndermişlerdi. Bu iştâplar, Erzurum, Erzincan, Hınıs ve doğunun halkla meskun bölgelerinde kurulmuştu. Bu şubeler doğu illerinde Rusların elinde kalan halkın iki yıllık yiyecek, elbise ve harçlığını vererek bunları Ermenilerin, bin çeşit saldırışından kurtarmışlardı. Ruslar çekilirken bu iştâplar da Ermenilerden korkarak birlikte gitmişlerdi. Ve halkın Ermenilere karşı koymasını tenbih etmişlerdi. 

Bu sırada Varto’daki Hormke ve Lolan halkı, Hınıs’taki Çarek aşireti köylerine göçmüşlerdi. Bunların başında bulunan Zeynel’in kardeşi oğlu Selim, Türk iştâplarından aldığı direktifle Hınıs’ta bir birlik vücuda getirip Ermenilere karşı koymuş, Ermeniler bu tehlikeyi anladıkları için, bin bir hile icat ederek Selim’i, amcası oğlu Haşim’le aldatıp Hınıs merkezine (mühimmat ambarlarını teslim etmek bahanesiyle) götürmüşlerdi. Ermeniler aynı gece Selim’i ve Haşim’i bayağılıkla öldürerek ertesi günü, 2/Mart/1334-1918 sabahı, bir tabur askerle Hınıs’ın Başköyü deresine gelmişlerdi. Bu köyde Çarekli aşiret ağası, Başköylü Hasan ile 1321 Cibran savaşında ölen Hormekli Selim’in oğlu Haydar ve bir miktar kuvvet vardı. Haydar büyük bir cesaretle akrabasında Ali-Ulaş, Hasan-Faki ve Şadili Hasan-Reso ile Hasan Ağa’nın birkaç adamını alarak, Başköy deresinde Ermeni taburunun önüne geçmiş, burada büyük bir yiğitlik göstererek Ermenileri durdurmuş ve kar üzerinde birçok Ermeni leşlerini sererek onları Hınıs’a doğru püskürtmüştü.


Ermeniler aynı günde Hınıs’ın Mirseyit köylü Hasan Ağa ve kabilesini basmış, burada hayli insan öldürmüş, Hasan Ağa ve kardeşleri silaha sarılarak kurtulmuşlardı. Varto’daki Ermeniler Bingöl eteklerinde kalan bir avuç Lolan halkı üzerine akmış, bunlar ; Kestemert köyünde Lolanlı Hüseyin Ağa ve akrabası tarafından püskürtülmüş ise de , Karaköy bucağında bulunan Lolan halkından erkek, kadın, çoluk çocuk, bin kişi evlere doldurularak öldürülmüş ve yakılmıştır.


Ermeniler iki gün sonra Varto ve Hınıs’tan çıkarken bu ilçelerdeki mühimmat depolarına, zahire ve elbise yığınlarına ateş vermişlerse de, Hınıs ve Varto halkı ellerindeki silahlı kuvvetlerle bu ilçelere yetişerek ambarları söndürmüş, sayısız miktarda silah zahire ve elbise elde etmişlerdi.


Ermeniler artık doğu illerimizi tamamen terkederek Kars’a doğru kaçıyorlardı, çünkü Erzurum ve Bitlis üzerinden harekâta geçen askeri kıtalarımız karları yararak ilerliyorlardı. Ermeniler, Erzurum, Erzincan, Bitlis, Muş, Hınıs ve Pülümür’deki mühimmat depo ve ambarlarına ateş verip kaçıyorlardı. Bu illerden hududa kadar uğradıkları köy ve bölgelerdeki Türk halkını katliâm, (yoketme) etmiş, gebe kadınların karnını deşerek reşimlerini yere dökmüş, memedeki çocukları süngülere takmak, kestikleri insanların derilerinden cep yapmak, gibi türlü ve vahşetler yapmış, bir aralık kadın, çocuk ve erkek kafilelerini damlara doldurup gazladıkları bir camuşu ateşleyip, bunları camuşun ayakları altında ezdirmiş v üstelik dama ateş verip bunların hepsini kül etmiş ve henüz memede olan çocukların karınlarını yarıp tuzlatmış ve bazen bir süt emerin kellesini keserek annesinin karnına sokmuş…İnsanlığa ve akla sığmayacak eziyetlerle doğu illerinde on binden (10.000) fazla can yakmışlardı.


1334-1918 Nisan ayında askeri kıtaatımız doğu illerini tamamen Ermenilerin zulmünden kurtararak bütün il ve ilçelerde hükümet teşkilâtını kurdu. Hicretten ötürü Malatya, Urfa, Diyarbakır, Elâzığ bölgelerine giden bütün doğu göçmenleri yerlerine döndüler. Doğunun birçok kesimlerinde bulunan Rus ambarları üzerinde askeri kıtalar vardı. Bu çağda Varto’nun mülki teşkilâtı tam olarak kurulmuştu. (11)


Bir müddet sonra doğu illerindeki askeri birlikler ve Hamidiye alayları Rasul-âyin, Midyat, Siirt istikametinde Nasturileri takip ederek İran’a girmiş, diğer tarafta Kars ve Sarıkamış’ta askeri ve milli bir cephemiz kurulmuştu. İran’a geçen Hamidiye alayları birçok İran kasaba ve köylerini talanlıyarak Ali-İhsan Paşa ile Tebriz’e girmiş bu alaylar 1334-1918 yılının sonbaharında terhis edilerek yerlerine dönmüş, bu alaylar tamamen ilga edilinceye kadar hükümetin hiçbir işinde kullanılmamış ve o günden itibaren devlet idaresine karşı kin beslemişlerdi.


1334-1918 yılın son aylarında bütün doğu illerinde dehşetli bir açlık başgöstermişti. 1335-1919 yılının baharında takattan düşen birçok köylü açlıktan ölmüştü. Fazlası otla geçinirdi. Bu açlığın en fazlası Varto’da idi. Varto halkı ilkbaharda kervanlarla Diyarbakır, Farkın, Siverek gibi ekin yerlerine giderek bir miktar zahire getirmiş ve bazı evler ilkbaharda birer darı veyahut çavdar tarlasını ekmişlerdi.


Doğu illeri bu yokluk ve sefalet içinde çırpınırken Ermeniler bu yılın orta baharında Kars ve Sarıkamış cephelerinde yurdumuza saldırdılar. Bu sırada Mondros mütarekesi imzalanmış Padişahın “evet” demesiyle yurdumuz parçalara ayrılmış, doğu illerimizin bir kısmı Ermenilere peşkeş çekilmişti. Ermenilerin bu mütarekenâmeye dayanarak doğu illerimize saldırmaları, esasen büyük harbte tamamen harap olan bu iller halkı üzerinde derin bir üzüntü ve ıstırap yarattı. Erzurum’dan hareket eden milli ordumuz ve Kâzım Karabekir Paşa ve kaymakam Halit Bey, Sarıkamış cephesinde Ermenilerin önüne geçerek halkın telâş ve korkusunu azalttı.


Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu ve ülkesi resmen çökmüş demekti. Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Paşa bu esareti çekemiyerek İstanbul’dan ayrılmış, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkmış, Türk milletinin sevgili yurtlarını kurtarmak için öz silahına sarılmalarını emir buyurmuştu. Bu emir üzerine doğunun birçok kesimlerinde milli birlikler kurularak şark cephesinde Ermenilerle savaşa gittikleri halde, tek bir Hamidiye alayı bu kutsal vatan savunmasına katılmak istemiyordu. Bu alayların bütünü gizliden beraberce sözleşmiş ve Kürt istiklâl fikrini yürüten Cibranlı Miralay Halid’e bağlanmışlardı. Bu zat kendisi bu savaşa katılmadığı gibi, Varto’daki Hormek ve Lolan aşiretinden kurulan yedi yüz kişilik bir milli kuvvetin cepheye sokulmamasını Kâzım Karabekir Paşa’dan telle rica etmiş ve bunların cephede hiyanet yapacaklarını söyliyerek, Paşa’yı kandırıp bu milli kuvvetleri geri çevirmeye sebebolmuştu. Hormek ve Lolan aşiretleri haftalarca Varto telgraf merkezinden yüzlerce tel çektikleri halde kendilerine cepheye gitmek için izin verilmemiş; Halit Bey’in ortaya attığı zehirli bir balgam bu halkı bu kutsal savaştan mahrum bırakmıştı.


Cibranlı Miralay Halit ve akrabası Binbaşı Kasım bu sırada Varto hükümet teşkilâtını emirlerinde tutuyor, ve istedikleri gibi harekete geçiriyorlardı. Bütün Hamidiye alay komutan ve ağaları son kararını vermişlerdi. Onlar milli kongre ve Gazi Mustafa Kemal’in kutsal ülküsü karşısında bir hilâfet ve padişah kolu olmaktan ziyade o günkü durumdan ve düşmanların yurdumuzu parçalara ayırmasından faydalanarak doğu illerinde bir Kürdistan ve derebeylik yaratmak için çalışıyorlardı. Bunların başında ilk önce Cibranlı Miralay Halit Bey vardı. Bu adam bu sebepledir ki, o gün Türkçülük ülküsünü taşıyan hormek ve Lolan aşiretlerini muntazam bir alay halinde tanzim ettirip doğudaki milli birliklerin karşısına diktirmek için elinden gelen her şeyi yapmış ve yapacaktı.


Yunanlılar 1336-1920 yılında Anadolu’ya saldırmışlardı. Cibranlı Halit ve diğer Hamidiye başkanları bu zehirli fikirleri ortaya döküp milli hükümetin bu zayıf durumundan faydalanmayı düşünmüşlerdi. Varto, Karlıova, Malazgirt, Bulanık, Hınıs ilçelerindeki Hamidiye alay kumandanları bölgelerindeki şeyh ve hocalarla görüşerek ve onlara dinin, şeriatın kalkacağını aşılıyarak idareleri altındaki yerlerde Milli Kongre aleyhinde muzir propagandalar yapıp halkı zehirliyorlardı.


Cibranlı Miralay Halit, ve Hasananlı Miralay Halit’le kardeşleri, ittifaklarına aldıkları aşiretleri silahlandırıyor, onları güya eski kürt kıyafetleriyle gezmeye ve kürtçe okuyup yazmaya teşvik ediyor, ve Cibranlı Halit’in bizzat yazdığı (nübâra-büçükân) adlı kürtçe eseriyle Cezireli Molla Ahmed’in kürtçe şiir divânı, ve Ahmet hanının (memo-zin) adlı şiir ve aşk kitabı köylere dağıtılıyor ve birbirlerine kürtçe mektuplar yazıyorlardı.


Doğu illerindeki Hamidiye alayları yeni baştan dirilmiş ve Sultan Hamit çağındaki kuvvete ulaşmışlardı. Her aşiret ağasının kapısında yüzlerce silahlı hizmetkâr besleniyor, her aşiret ağası; bulunduğu ilçenin hükümet reisi, ve hiçbir kanuna tâbi tutulmayan bir mutlak derebeyi sayılırdı. Bu ağalar yine dağlarda kervan soyar, köylere saldırır, biran içinde bir bölgenin asayişini bozar, Hamidiye ve kendilerine taraftar olmayan halkı yok etmek için alaylarıyla harekete geçerlerdi.


Birçok il ve ilçelerdeki kaymakam ve üstün memurlar ya bu alay ağalarından veyahut bunların fikirleriyle hareket eden kimselerdendi. Bunlar da bu aşiret ağalarının fikirlerini açığa vurmak için milli hükümetin üstlerini iğfala çalışıyorlardı.


10-8-1920 tarihinde Sevre Muahedesi imzalanmış, doğu illerini Ermenilerle Kürtler arasında paylaştırıldığı haberi bütün doğu illerine yayılmıştı. Gerçi Ermeniler, Kâzım Karabekir Paşa’nın idaresindeki milli ordu tarafından mağlup edilmiş, şark hududu emniyet altına alınmıştı. Doğu illerimizin içinde bu tehlikeden daha yıkıcı bir fikir, bu illerin her tarafını karanlığa boğuyor, İstanbul işgal kuvvetlerinin ayakları altında ağlıyor, Yunanlılar güzel Anadolumuzun büyük bir kısmını tutmuş, yakıp yıkıyorlardı.


Bu ümitsizlik içinde bir yıldırım gibi Ankara’da parlıyan Türk istiklâlinin nurlu sabah yıldızı kahramanı Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkomutan sıfatiyle kılıcını çekmiş, “- Türk milletini ve Türk yurdunu kurtaracağım” diye haykırıyordu. Bu ilahi ses, yurdun her tarafında olduğu gibi, doğu illerinin de yüce dağlarını çınlatmış, milli hükümetin aleyhinde bulunan doğudaki muhalifleri şaşırtmıştı. Bunlar o çağda hazır bir isyana cesaret etmiyerek, haklarının kendiliğinden verileceğini birbirlerine söyliyerek siyasi hayata atılmış ve İstanbul’daki milli hükümetin düşmanlarıyle muharebeye girişmişlerdi.


Bu fikir üzerinde oynayan Cibranlı Halit, 1920 yılının yaz aylarında İstanbul’da bulunan Kürt taâli cemiyeti reisi Abdülkadir, Hakkârili Abdurrahim ile anlaşarak bunların vasıtasiyle Meclisteki Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ve arkadaşlariyle anlaşmış, haklarını Cemiyet-i Akvam vasıtasiyle alacaklarına inanmışlardı. Halit Bey bir taraftan doğudaki hazırlıkları ikmal ve kuvvetlerini toplu bulunduracak ve diğer taraftan milli hükümeti iğfal edecekti.


Cibranlı Miralay Halit bu sıralarda Varto, Bulanık, Malazgirt, Hınıs, Karlıova, Solhan, Çapakçur bölgelerindeki aşiret ağalarından, şeyh, hoca ve köy muhtarlarından aldığı mühürlü mazbataları Kürt taâli cemiyetine ve oradan güya Cemiyet-i Akvam’da bu iş için çalışan Mustafa-Nemrudi ile Kürt Şerif’e gönderiyordu. Cibranlı Halit ve arkadaşlarının fikirlerine göre artık bu beylik işi olmuş ve olacaktı. Fakat bölgelerinde birkaç alevi aşireti vardı. Bu aşiretlerin ve bilhassa büyük bir mevcudiyet olan Hormekli aşireti ağalarının fikirlerini çalıp bunlardan istifade etmek lâzımdı.


Halit Bey bu sırada Varto merkezinde ve akrabası binbaşı Kasım Lolan aşiretinin Karaç köyünde oturuyordu. Bu işi gizli olarak konuşmak için kendisi Karaç köyüne gelmiş, 15-Haziran 1336-1920 günü Hormek ağalarını ve Lolan eşrafını bu köye davet edip uzun uzadıya bir nutuk söyledi, Cibranlı Halit, nutkundu: “ – Kürtlerin Nemrud’un neslinden ve asırlarca dünyayı ellerinde tutan ulu bir soydan olduklarını ve bunların ittifaksızlıkları neticesi olarak Türklerin boyunduruğu altına girdiklerini, ve altı yüz yıldan beri Türklerin esareti altında yaşıyarak uşak derecesine indiklerini, ve bugün kurtuluş yıldızının doğmuş, ve Türk idaresinin yıkılmış ve parçalanmış bulunduğunu, doğu illerinde yaşıyan bütün alevilerin de diğer doğu aşiretleri gibi Kürt ve bir soydan olduklarını ve ancak bunların bir mezhep ihtilâfı yüzünden Kürtlerden ayrılarak sebepsiz yere yıllarca birbirlerini öldürdüklerini ve artık birleşip müşterek haklarını Türklerden almanın zamanı gelmiş olduğunu, Sevr Muahedesi gereğince Kürt istiklâlinin Cemiyet-i Akvam tarafından tasdik edileceğini ve bu işi biran önce başarmak için her aşiretin silahına sarılarak Türk memurlarını kendi bölgelerinden kovmaları gerektiğini ve esasen Padişaha asi ve şeriata mugayir olan Ankara Hükümetinin Yunanlılar tarafından yıkılmak üzere bulunduğu ve bütün alevilerin bu hayırlı işe katılmalarını bilhassa Hormek ağalarından beklediğini” söylemiş, binbaşı Kasım da Halit Bey’in sözlerini teyit ederek birkaç ateşli kelime ile yersiz ve dipsiz olan Kürtlüğünü övmeğe başlamıştı.


Konferans odası ağzına kadar doluydu. Sedirin yanıbaşında oturan Hormekli Mustafa – Zeynel’in torunu Veli ağanın ve Zeynel’in kardeşi Halo’nun sesleri birden yükseldi:

“ – Halit Bey, Erkekçe konuşalım! Biz Kürt değiliz. Nemrut’la akrabalığımız yoktur. Bizim size itimadımız yoktur. Siz, Hamidiye alayı olduğunuz yıllarca birbirimizi kırdık. Bu defa sultan olmak istersiniz, biz de size kul olamayız. Biz beylik istemiyoruz. Bırakın kardeşler gibi yaşıyalım.” Diye haykırmışlardı. Biran içinde konferans salonu karışmış, ağalar kafile halinde atlarına binerek köylerine savuşmuşlardı.


Halit Bey artık bölgedeki alevilerle uyuşamıyacağını ve isyan çıkarsa bu aşiretlerin milli hükümete taraftar olarak kendileriyle çarpışacaklarını anlamış, bir taraftan eldeki üstün kuvvetle bunlara saldırmayı ve diğer taraftan bunların isyan ettiklerini Ankara hükümetine bildirip alacağı emir ve kuvvetle bu aşiretleri yoketmeyi düşünmüş, kardeşleri Selim ve Ahmed’in emrine verdiği beş yüz kişilik bir kuvvetle kendilerine hudut olan Lolan aşiretininin Kestemert köyüne ani bir baskın vermişti. Halit Bey’in bu fikrini keşfeden Lolanlı Hüseyin ağa, hâdiseden bir gün önce Kasman köyüne gelip bu haberi Hormekli Hallo ile Zeynel’in oğlu Ali Haydar’a vermiş, Lolan köylerinde silah sesi çıkınca, bunlar yüz yirmi atlı ile Kestemert köyüne yetişmişlerdi. Bu sırada Cibran atlıları köyün içine kadar sokulmuşlar, Hormek atlılariyle Cibran arasında süren çetin bir çarpışmadan sonra, Cibranlılar bozulmuş, Halit Bey’in atlılarından yedi kişi öldürülmüş, Koyik köyünde bulunan Halit Bey’in kardeşi Ahmed’in evi talanlanmış, Cibranlılar Lolan köylerini terk edip Varto merkezinde toplanmışlardı.


Halit Bey, ilk tedbirinde muvaffak olamamış ve acı bir mağlubiyete düşmüştü. Bu defa ikinci tedbirini kullandı. Sahte bir şekilde milli hükümete bağlanarak günlerce Varto telgraf merkezini işgal edip Hormek aşiretinin, Hallo ve Lolan ağalarının milli hükümete karşı isyan ettiklerini ve bu maksatla kendisine ve Varto hükümet merkezine saldırdıklarını, Büyük Millet Meclisine ve Erzurum’da bulunan 15 inci kolordu kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya birçok tellerle bildirmişti. Halit Bey’in adamı olan Varto kaymakamı bu şikayetleri tasdik ederek kuvvayi tedibiyenin gelmesini temin etmişti.


Kâzım Karabekir Paşa’nın emriyle; Erzurum’dan binbaşı Nazım Bey, yüz asker, iki top, dört makineli tüfek, ve dört zabit ile Muş ve Genç mutasarrıfları, Hınıs kaymakamı, Hınıs jandarmaları, Muş jandarma kumandanı binbaşı Resul Bey ve jandarmaları, Genç ve Çapakçur jandarma kuvvetleri, Cibranlı Miralay Halit Bey’in emrinde bulunan Karlıova üçüncü Cibran alayı, Bulanık ve Varto’daki Cibran atlıları ve Hınıs’ın Tekman bölgesinde olan Zırkan alayı kumandanı kaymakam Haydar ve Miralay Madraklı Selim Beyler ve süvarileri ve Melekânlı Şeyh Abdullah’ın emrindeki Çapakçur ve Solhan Zazalarından ibaret olan 1200 kişilik bir atlı kuvveti Varto’da toplanmış ve bu harekete “Hallo İsyanı” adı verilmişti.


Muş Mutasarrıfı Mustafa Fehmi Bey, ilk önce isyanın şeklini anlamak için askeri zabitan ve küçük bir kuvvetle Kestemert köyüne gelerek, Hallo ile görüşmüş ve burada köy muhtarlarını dinleyerek bunun basit bir aşiret kavgası olduğunu anlamış, bütün halk hükümete muti olduklarını beyan etmişlerdi. Hormek ve Lolan halkı arasından seçilen birkaç kişi mutasarrıf ve zabitleri bir kenara çekerek, Halit Bey’in Karaç’ta verdiği konferansı ve onun bu işi kasten tertiplediğini ve kendisiyle beraber bütün Hamidiye alaylarının yakında isyan edeceklerini anlatmış ve bu hususta hazırladıkları mazbataları mutasarrıfa vermişlerdi.


Mutasarrıf Varto’ya dönerken işi Kâzım Karabekir Paşa’ya telle bildirmiş, Halit Bey ayrıca Paşa’ya çektiği tellerde mutasarrıf ve zabitlerin, Hormekli gençler tarafından aldatıldığını ileri sürerek eski dileklerinde israr etmiş, nihayet Paşa halkın dehaletini kabul edip yalnız Hallo ve arkadaşlarının, tenkili için kat’i emirler vermişti.


1920 yılı Temmuz ayının son günlerinde bin ikiyüz atlı, top ve makineli tüfekle harekete geçen kuvayi tedibiye, Üstünkran nahiyesi üzerinden Bingöllere çıkıp, burada Hallo çetesiyle temasa gelerek onu Şuşar mıntıkasına püskürtüp geri dönerken, Cibranlı Miralay Halid’in amcaları İsmail ve Hasan’la Zırkan aşiret alay kumandanı Haydar’ın kurdukları bir plan üzerine, yaylada bulunan Hormek kabilesinin Rakasan ve Tatan halkı üzerine yüklenmiş, bunları top ateşine tutarak köylerine indirmiş, bu köylerden dokuz adam öldürmüş, üç köyün bütün eşya, mal ve vadarını talanlamışlardı. Aynı günde kuvayi tedibiyeden ayrılan Cibranlı Halid’in amcası Hasan, bir kafile atlı ile Köşkâr deresinde Lolan gençlerinden İbrahim ve Şükrü ile karşılaşıp bunları hile ile iğfal edip yanına çağırdıktan sonra hemen üzerine atılarak tutmuş ve öldürmüştü.


Bu haksızlıkları bizzat gören kuvayi tedibiye kumandanı askerini ve  toplarını alarak Varto ilçe merkezine dönmüş, Hormek ve Lolan aşiretlerinin kendilerini, Hamidiye alaylarına karşı savunmalarına emir vermiş, bu durum karşısında aşiret alayları dağılmışlardı.


Muş Mutasarrıfı Muş’a ve Nazım Bey de Erzurum’a dönerken, Hormek ve Lolan muhtarlarının mazbatalarını orduya verip Cibranlı Halid’in milli hükümete karşı bir isyan çıkarmak istediğini ve Kürt istiklâli için çalıştığını, Hormek ve Lolan halkının kendisine uymadıklarından hem onlara saldırdığını ve hem de onları hükümetin emriyle tedip etmek için, isyan ettiklerini iddia ettiğini anlatmışlardı. Bu durum karşısında Kâzım Karabekir Paşa Hallo için idari bir af çıkarmış, Hallo iki hafta sonra Muş Mutasarrıfına istimân edip evine dönmüştü. Halit Bey ikinci defa Muş adliyesinde bulunan dostlarına müracaat ederek köy basması ve yedi adam öldürmesi hadisesini adli bakımdan Muş mahkemesine vermiş, dinlettiği yüzlerce şahitle Hormek ve Lolan halkından yetmiş kişiyi gıyaben idama mahkum etmişti.


Bu hadiseden sonra Cibranlı Halit Bey’in milli hükümete karşı cephe aldığı kolorduca şüpheli görülmüş, bölgedeki aşiretlerin başından ayrılması düşünülmüş ve bu sebeple Erzurum’a çağrılarak miralaylık rütbesi baki kalmak şartiyle, kolordu divânı muhasebat komisyon reisliği ödeviyle Erzurum’da alıkonulmuştu. 19/Ağustos/1336-1920






(1) Kârir’de Küçük Ağa oğlu meşhur Haydar, 29 yaşında iken bu hastalıktan öldü. Bütün Hormek kabilesi ve Kiği muhiti bu harikali genç için kara bağlanmıştır. Hatırımda kaldığında göre iki ay zarfında bizim Kasman köyünden bu hastalıktan 63 kişi öldü, mezar kazacak kimse kalmamış gibiydi.
(2) Ali benim babamdır. Ben o sırada yeni Varto rüştiyesinden çıkmış, onaltı yaşlarında bir gençtim. Babam hasta ve halsiz olduğu için akrabaları onu Kârir dağlarına kadar kızakla götürmüşlerdi.
(3) Bu savaşta milli kuvvetlerimiz Rus kıtaatını Alipiran köyüne kadar sürdü. Bu savaşta gerçek bir kahraman olan Kârirli Kamer ağanın kardeşi genç “Ağa” şehit oldu.
(4) Bu tepeler Kârir dağlarının en yüce noktalarıdır. Her tepenin sivri ucunda etrafı taşla çevrilmiş birkaç eski mezar vardır. Bu mezarlar Romalılar çağında şehit düşen Türk kumandanlarınındır. Tepeler üzerindeki bu adlar onlardındır. Halk bu makberlere şehit der ve bunlara ibâdet ederdi. Halk bunlardan mucize görmüştür.
(5) Ben o gün Hormek milli kuvvetleriyle beraberdim. Bu savaşı bizzat gördüm.
(6) 1333-1919 yılında hicretten dönen Kârir halkı, Rus ölülerinin yanı başında, bu meşelerde düşen binlerce silâh ve cephane bulmuşlardı. Bunların büyük bir kısmı çürümüş, kullanılmaz bir hale gelmişti.
(7) Eski Büyük Millet Meclisi Reisi sayın Kâzım Paşa
(8) Bu sırada Orgeneral Salih Omurtak, Ahmet İzzet Paşa’nın erkâni harbiyesinde idi.
(9) Bu kuvvetler o çağda merhum Kâzım Orbay’ın emrinde çalışıyordu. Bu aşiretlerden en fazla çalışan Balabanlı Gül Ağa, ve daha sonra Çarıklı Mustafa Bey ve Kureyşanlı Şah Haydar olmuştu. Şah Haydar bu savaşta şehit olarak ve büyük yararlıklar gösterecek canını vatanına kurban vermişti.
(10) Küçük Ağa o kış Sorak köyünde ölmüş, Ahmet İzzet Paşa büyük bir kadirşinaslık yaparak bu köye kadar gelmiş, Küçük Ağa oğlu Mehmet Efendi ile akrabalarını alıp Elâzığ’a götürmüş, birçok iyilikler yapmıştır. Babam Ali ile biz de Vartolu muhacirlerini alıp Akçadağ’a gitmiştik. Engüzek köyünde Yusufhan adlı bir Türk eşrafı ve akrabaları Şeyho ve Karaca bize büyük iyiliklerde bulunmuşlardı. Babam Ali 13 Eylül 1917 günü bu köyde öldü. Balabanlı dayımız Gül Ağa kabilesiyle bu sırada Malatya’nın ova köylerinde idi.
(11) Varto’ya ilk tayin edilen kaymakam Muşlu Bedirhan efendi idi. Bu sırada Varto’nun Kasman köyünde 147.Alay’ın üçüncü taburu oturuyordu. Tabur K.onbaşı Cemil beydi. Çok yüksek bir fazilete sahip olan bu zat, bu köyde dört ay kalmış, buradaki zahire ambarını fakir köylüye dağıtmış ve ilçenin asayişini düzelterek Midyat’a geçmişti.