9 Mayıs 2015 Cumartesi

Bölüm IV: Varto Halkı ve Kabileler





Varto ilçesinde yerli olarak beş kabile vardır. Toplu olarak birer sahada yerleşmiş bulunan bu Türk oymaklar şunlardır:


A- Cibran ; B- Lolan ; C- Abdalan ; D- Çerkesler ; E- Hormek



A- Cibranlılar:
Kadri Kemal Kop, (Doğuda Araştırmalarım) adlı eserinde bu aşiret hakkında diyor ki:

(Kamusu - İslâm, Anadolu'nun doğu vilâyetlerinde büyük bir yığın olarak yaşıyan Cibranlı aşiretinin aslen Türk olduklarını yazmaktadır. Cibranlılar eskiden beylerine İlağası derlermiş. Cibranlılar, büyük Acun Savaşı'ndan önce bulanık kazasının Karaağaç, Koçak, Akak köylerinde ve Varto kazasının Durabey, Alagöz, Kalecik, Anar, Karaş köylerinde kesafetle ve daha birçok köylerinde dağınık bir halde yaşarlardı. Kurdukları Hamidiye atlı alaylarına 31-33 numaralar verilmişti. Bu köylerin hepsini de o çağlarda bu tarafların en zengin köyleri sayılırdı. Bu alayların merkezi, Varto kazasının o çağda merkezi olan ve 1899 nüfus yazımında 85 evli, birkaç dükkânlı ve 1933 de 735 nüfuslu ve 147 evli bulunan Gömgüm kasabası idi.)

Kadri Kemal Kop'un belirttiği gibi, Cibran aşiretinin Türk ve yakın çağ Türkleri olduğuna şüphe yoktur. Kitabımın aşağı bölümlerinde, gelecek tarihi olaylar arasında açıkladğım gibi, bu aşiret halkı, Konya, Karaman, Teke ve Ankara taraflarından Yavuz Sultan Selim'in kaldırıp, doğu illerine gönderdiği aşiretler arasında gelmiş ve bu Türk aşiretler Şiiliğe karşı koysun diye, doğu illerine gönderilmişti. Bu Türk aşiretler bu illerde Halti-Lohordu Türklerinden olan "Kurt-Baba" Baba Kürdi şubesiyle temasa gelerek onların Kormanci dilini öğrenmişlerdi.

Bu aşiretin yaşlılarının verdikleri bilgiye göre: Hicretin onuncu yüzyılında Anadolu'dan Urfa'ya ve sonradan Viranşehir'e ve Viranşehir'den ilağaları olan Şehsuvar'ın idaresi altında göçebe olarak doğu dağlarına geldiklerini ve sonradan Varto, Bulanık ve Karlıova ilçelerindeki köylere yerleştiklerini anlatıyorlar.

Bu aşiret ağaları eskiden atalarını şöyle sayarlardı : İlağası, Şehsuvar, oğlu "Budak", Budaktan Topal Haydar, Topal Haydar'dan Suvar doğmuştur. Suvar'ın, Halil, Teymurğ Fendi, Sincar, Maksud ve Ali adlı oğlu ve torunlarından aynı adları taşıyan birer kabile ve boy türemiştir. Asırlarca Cibranlı aşiretinin diğer ara - boylarını idare eden bu boyların hepsine Suvar oğulları denilmektedir. Suvar oğulları, tarihin her çeşit devrinde ve Hamidiye teşkilâtında bütün Cibran aşiretine başkanlık etmişlerdir.

Diğer bir görüşe göre: Cibranlıların, İkinci Bayezit devrinde Osmanlı devletinin Anadolu'daki Türk oymaklariyle çarpıştığı sırada, padişahın bir kolu olarak birçok asi aşiretler üzerine yürüyen meşhur Şahsuvar zade Ali beyin aşiretinden oldukları ve bunların sonradan bilindiği gibi padişahın gazabına uğrayarak bu zorlama altında Teke'den Urfa'ya ve Urfa'dan Varto ve Bulanık ilçelerine gelip bu sahada yerleştikleri sanılmaktadır.

Cibranlılar, hangi zorlama ile doğu illerine gelmiş olsalar dahi, katiyetle bildiğimiz bir hakikat varsa o da, bu kabilenin dört asır önce Anadolu'dan doğu illerine göçmüş bir Türk aşireti olduğudur. Komşularım olan bu halkın, bugünkü tip, sima, örf, âdet ve ayrıldıkları araboylardaki Türkçe adlardan tamamen Türk oldukları anlaşılmıştır. Bu aşiret, asırlarca çadır altında yaşamış ve ancak H.11 inci yüzyıl başında Varto havalisinde yurtlanmış ve ekincilik hayatına girmiştir. Bu halkın göçebe iken hangi mezhep ve tarikata bağlı buşunduğu kestirelemez. Ancak bu aşiret halkı, Varto, Karlıova, Bulanık ilçelerinde yurtlandıktan sonra o çağda Şafii mezhep ve Nakşi tarikatını Bağdat'tan getirip, Çapakçur, Palu, Genç, Solhan , Varto, Karlıova muhitindeki halka aşılayan Palolu şeyh Ali elinden Şafii ve Nakşi tarikatını kabul ederek bu aileye mürit olmuşlardır. (1) Bu halk eski inanışlarını pek çabuk unutarak bu mezhep ve tarikatın fedaileri kesilmişlerdir.

Cibranlı aşiretine başkanlık yapan Suvar oğulları, Şafii mezhep ve Nakşi tarikatını kabul ettikten sonra, milli varlıklarını tamamen İslâm ve Arap ülküsüne feda ederek, kendilerini taktis maksadiyle dedeleri olan Şahsuvar'ın ve Derviş Budağ'ın aslen Arap ve Seyyit olduklarını iddia etmek suretiyle, kendilerini Cibran aşiretinden ayrı ve üstün görmüş, bu iddia ile kendilerini diğer aşiret eratından yüksek tutmaya ve onları kendilerine manevi ve idari bir şekilde bağlamakta büyük başarı göstermişlerdir. Bu görüş bütün ilağaları ve aşiret eratı arasında kökleşmiş, bunlar her şeyden önce Şeyhlerine ve Nakşi tarikatının Arap hırsiyle yürüyen umdelerine bağlanarak Türklüklerini, milli varlık ve benliklerini ve öz dillerini unutarak, Osmanlı siyaseti içinde doğu illerinde esen zehirli fikirlere kapılarak, Kürtlük ve Kürdistan ülküsünü taşımışlardır.

Aşağıda, gelecek bölümlerde açıklayacağım gibi bu türlü ve asılsız fikirlerle zehirlenen bu aşiret halkı, Türklüklerini tamamen unutarak H.1307 yılında Osmanlı padişahı Sultan Hamid'in teşkil ettiği Hamidiye alay teşkilâtına girerek 1200 mevcutlu üç tane Cibran aşiret atlı alayını kurmuş ve bu alaylar kaymakam ve binbaşılıklarına hep Suvar oğulları geçmişlerdir.

Cibran aşiret alayları, 1914 Cihan Savaşı'ında doğu cephesinde büyük yararlıklar göstermişler ve fakat milli hareket ve uyanma başlayınca ve büyük Atatürk milli bir insan ve ülkü ile meydana çıkıp hilâfet ve şeriatın temeline el uzatınca, Cibran ağaları ve aşriet halkı dini akide ve şeyhleri olan Şeyh Said'in manevi tesiri altında ezilerek, derhal milli cidalin aleyhinde harekete geçmiş ve en son 1341-1925 yılında şeyhleri olan Hınıslı Şeyh Sait'le isyan ederek ve bu irtica hâdisesinin en başına geçerek, dinin, şeriatın, hilâfetin, birer fedaileri kesilmiş ve gerçekten bu adlar altında aslı astarı olmayan Kürtlük ve Kürdistan davası için çalışmışlardı. Üçyüz yıl öncesine kadar Türkçe konuşan ve halis Türk soyundan olan bu aşiret halkı dini telkinat ve şeyhlerinin yanlış duygularına uyarak bilmemezlikle mensup bulundukları Türk milletine ve Türklüğe karşı koymuşlardı.

Cibran aşireti yaptıkları hatayı tez kavramış büyük tecil affından sonra Cumhuriyet idaresinin şefkat dolu kolları arasına atılarak Türklük ve milli birliklerini idrak edip, aşiret ve şekavet sisteminden hürriyet adalet ve Türk milli birliğien geçmiş ve bugün Cumhuriyetin yüksek idare ve resjimine içten bağlanmışlardır.

Suvar oğulları , torunu Şibili oğulları, Araboy, Biliki, Aliki, Memiki, sincar ve Teymur oymaklarına ayrılan Cibranlı aşireti halkının Karlıova ve Bulanık ilçeleri hariç, yalnız Varto ilçesine bağlı köylerde 35 köyleri altı bine yakın nüfusları vardır. Bu halk bugün tamamen çiftçi ve çalışkandır. Herkes koyun ve idare sahibir. Toprakları verimli ve boldur.



B- Lolanlılar:

Kadir Kemal Kop'un "Doğuda Araştırmalarım" adlı eserinde verdiği bilgiye göre, Lolan aşireti, Asya'da husule gelen bir kuraklık yüzünden Milâdın dördüncü yüzyılında ana yurtları olan türkistan'daki Lolan şehrinden batıya göçmüş bir Türk kabilesidir. Lolan şehrinin harabesi, hâlen Türkistan'da mevcuttur.

H.tarihin 10 uncu yüzyılında Varto'ya gelen ve ilçenin yerli halkından sayılan bu aşiret halkı, Erzincan ve Dersim bölgelerinden Varto'ya geldiklerini ve Akkoyunlu Türklerin Karabali oymağına mensup bulunduklarını söylemektedir. Bu kabile halkı, Varto'da Kalıbalkaçer, Kasım Hırdan boylarına ayrılmış, eski örf, âdet, inanış, tip-çehre, erkek ve kadın adlarında henüz halis Türk vasıflarını saklamaktadırlar.

Ötedenberi Türk olduklarını, milli bir inanışla bilen ve tarihin her devrinde Türk hakan ve padişahlarına çiftçilik yapan ve bu sebeple aşiret sayılmıyarak, Sultan Hamit tarafından kurulan Hamidiye teşkilâtına alınmıyan Lolan aşireti, aşağı fasıllarda yazılacağı gibi, Hamidiye alayları devrinde Cibranlı akınlarından kendilerini korumak için silâhına sarılarak kabilelerini ayakta tutmıya çalışmış ve fakat büyük zararlara uğramışlardı.

O çağda bu kabilenin ağası bulunan Kalıbal oğullarından Mehmet ağa, Hamidiye alaylarına karşı hükümetin nüfuzuna sarılmak maksadiyle Varto meclisi idare âzalığına girmiş, ve yine de Hamidiye alay kumandanlarının nüfuzları altında ezgin bir hale gelmişti. Bu aşiret halkı Meşrutiyette, büyük bir mevcudiyet göstermiş, milli mücadele harekâtında ödevlerini yapmış, Cumhuriyet devrinde Şeyh Sait isyanında, milli kuvvetler safında çalışmış, Cumhuriyet ve Türklüğe önemli görevlerde bulunarak bu son deneme ile Türklüklerini ispat ve yurt ödevlerini yapmışlardır.

Lolan aşireti Alevidir. Bu aşiretin bir kısmı henüz Erzincan'ın Danzik nahiyesi köylerinde oturmaktadır. Lolanlılar Erzincan bölgesinde iken, Aleviliği burada kabul ederek H.736 yılında (Alâettin - Ertena) tarafından mürşitliği tasdik edilen Horasanlı Hacı Kureyş babaya çırak hakkında bağlanarak, Alevi-Bektaşi tarikatine girmişlerdir. O çağda Erzincan'daki aşiretleri yoklamaya gelen Sultan Alâettin, bu Horasanlı babanın seyyitlerini resmi bir seceresi ile tasdik ederek, Lolan, Çarek aşiretleriyle birlikte o civarda bulunan birkaç Türk aşiretini daha bu babanın tekkesine lokma hakkını vermeğe bağlamıştır. Bu halk yirmi yıl öncesine kadar Hacı Kureyş oğullarına çırak hakkı vermişlerdir.

Lolanlılar, Varto merkezinin 8 ve Karaköy bucağının 11 köyünde toplu olarak oturmaktadırlar. Bu aşiretin Varto'daki nüfusları üç biden fazladır.



C- Abdalan Kabilesi

Bu kabile halkı, Lolanlardan önce Varto köylerine gelmişlerdir. Bunların Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın Bingöl dağlarına çadır kurduğu çağlarda, Akkoyunlu Türklerden ayrılarak Hanabdal ile Varto köylerine geldikleri söylenmektedir.

Hicretin 9 uncu yüzyılın başında Varto köylerine gelip yerleştikleri sanılan Abdalan kabilesi toplu olarak Varto ilçesinin Bingöl eteklerinde kurulan ve bu ilçenin merkez bucağına bağlı olan Gülükler, Hoşan, Kalçık adlı üç köyde otururlar. Bu kabilenin bu köylerde beş yüzden fazla nüfusları vardır. Abdalanlılar, Hınıs, Tercan ilçesinin çeşit köy ve komlarında dağınık bir halde yaşıyan çiftçilerdir. Bunlar bulundukları yerlerde kendilerinden seçilmiş hiçbir aşiret ağası idaresinde bir topluluk kurmamış ve tarihin her devrinde civar aşiretlerin boyunduruk ve idareleri altında yaşamışlardır.

Hamidiye alayları teşkilâtında, Abdalanlılar, Varto merkezine ve Hamidiye kumandalarına yakın oldukları için, Cibran aşiretinin nüfuzları altında sıkışmış, yıllarca bu aşiret ağaları emrinde çalışmışlardır. bu zor şartlar altında yaşıyan Abdalanlılar, yapılması gereken Türkçülük ödevlerini lâyıkiyle başaramadıkları gibi, Şeyh Sait isyanına kısmen Alevi aşiretlere katılarak, hükümete yardım ve kısmen asilere katılarak milliyetlerine hıyanet etmişlerdir.

Bu aşiret halkı, ötedenberi ekinci ve koyuncu olarak yaşamışlardır. Bunlar da Alevi ve Bektaşidirler. Son çağlara kadar sadettan "Baba-Mansurlu" Seyyitlerine çırak ve lokma hakkını vermişlerdir. Bu halk, pirlik-mürşitlik cihetinden Baba Mansurlulara ve rehberlik kısmında ocakları başında kalan bir aileye ve bazıları da Kureyş Seyyitlerinde bağlanmışlardır.

Varto bölgesinde herhangi bir kabile veya aşirete mensup olmıyan tek bir halk ferdi yoktur. Yukarıda adları geçen bu kabilelerden başka yine ilçe merkezine bağlı Kovik, Taşçı köylerinde, Kimsorlu ve Zatişeyh köyünde Kılavsı adlı iki küçük kabile vardır. Kimsorlu kabilesinin Varto'daki nüfusları 400 ve Kıvasların 200 den fazladır.

Selçukiler devrinde, Alevi olan ve sonradan yine bu tarikatın bir bütünü sayılan Bektaşiliği kabul eden ve ötedenberi koyunculuk ve çiftçilikle geçinen Kimsorlu-Kimsordu kabilesinin Van tarihinin Türklüklerini belirttiği Şadeli aşiretinden ayrıldıkları ve bunların 300 yıl önce Kiği ilçesine bağlı Holhol köyünden Varto'ya geldikleri ve Kılavsı-Kıravaş'lıların Nabiye ilçesi alanında oturan ve ırkan Türk olan Karsanlı kabilesinden ayrıldıkları söylenmektedir.


D- Çerkesler:

Tarihi kaynakların Moğol, Tatar ve en kökünden Türk ve Turani soydan saydığı Çeçen ve Çerkeslerin Kafkasya'dan gelen üç kabilesi bugün Varto'nun Çaharbur, Tepe, Zirink, Aynan, Doğdap köylerinde toplu olarak oturmaktadırlar. Bunların bu köylerde bin kadar nüfusları vardır.

Sünni ve Hanefi mezhep olan ve henüz kendilerine mahsus eski Türk âdet ve inanışını koruyabilen Çerkes ve Çeçenler yaşayış bakımından diğer aşiretlerden farklı ve daha medenidirler. Bunlar bu bölgede azlık bulundukları için zaman zaman aşiret ve derebeylik usulünün idaresi altında ezilmiş, aşiretlerin bazı âdet ve buyruklarını kabul etmek zorunda kalmışlardır.

Çerkesler, Varto ilçesine geldikten bugüne kadar, kendi aralarında seçilmiş herhangi bir ağa veya zorbanın idresi altında toplanmamış, her aile başlıbaşına hür ve demokrat bir şekilde geçinmiş ve her zaman idareyi hükümetten beklemişlerdi. Bunlar bazen aralarından çıkan bir adamın arkasında devlet hizmetine girmişlerdi. Çoğu sanatkâr, azı çiftçi ve koyuncu olan bu halk, kendi aralarında Çerkes, Çeçen, Lezgi dilleriyle konuşur ve bu her üç şube de, birbirilerinin dillerini bilmedikleri için genel kurullarda ve birleştikleri yerlerde türkçe konuşurlar. Çerkeslerin hepsi de türkçeyi öz ana dilleri kadar bilir ve her aile ocakları başında çoluk çocuklarıyle türkçe konuşmayı âdet edinmişlerdir.

Emekli Miralaylarımızdan M.Rıza, eserinde çok haklı olarak bütün Çerkesler hakkında şöyle diyor:

"Bunlar, umumi yerlerde çerkesçe dilleşmezler. Bunun için milli birlikten açık bir ayrılık göstermezler ve yurda daha çok bağlıdırlar."

Çerkesler H.1293 Kars seferinden sonra Kafkas ve Dağıstan'dan göçerek Varto'ya gelmişlerir. Bunların bir kabilesi de birkaç yıl sonra Urfa'dan gelmiştir. Bu halk Yeniçeri isyanına hükümete sipahi olarak çalışmış ve daha sonra Muş'ta beylerbeyi olan Alâettin Paşa oğullarının idareleri altında iki yüz kişilik bir atlı müfrezesini teşkil edip bu müfreze ile bazı aşiretlerin eşkiyası takibinde gezmişlerdir.

Çerkes ve Çeçenler aşiretten sayılmadıkları ve bu bölgede fazla nüfusları olmadığı için İstibdat Devrinde reâya sayılmış. Hamidiye aşiret alay komutanlarının himayesine sığınarak, onlara hizmet görmüş, vergi vermiş, sıkışık bir durumda kalmış ve fakat şahsi hürriyet ve akidelerini hiç kimseye feda etmemişti. Meşrutiyet devrinde hürriyetlerine kavuşan Çerkesler, kendini toplamış, Şeyh Sait isyanında kudret ve kuvvetleri nisbetinde Cumhuriyet idaresine hizmet etmişlerdir.


E- Hormek Kabilesi:

Atalardan süzülüp gelen rivayet ve inanışa göre, Hormekli kabilesi Harzemlidir. Bu ad yakın çağlara kadar Huvarzemiyan şeklinde konuşulurdu. Bu aşiretin yaşlı adamları, soylarını anlatırken:

- Biz Huvarzem şahı olan Mehmet Şah'ın oğullarıyız. Ebülmüslimi Horasani, Nesri-seyara karşı savaşıp kuvvetten düşmüş ve kendisine kement atılıp tutulacağı sırada bizim dedemiz Mehmet Şah'ı imdadına yetişip onu kurtarmış ve bu dâva da sonuna kadar aşiretiyle birlikte Ebülmüslimle çalışmış, Emevileri ortadan kaldırdıktan sonra Horasan'a dönmüş ve Ebülmüslim Bağdat'ta şehit edilirken, aşiretimiz Horasan'dan Erzincan'a ve oradan Dersim eteklerine ve daha sonra Kiği ve Varto'ya yayılmıştır... derlerdi.

İstibdat devrinden önce bu kabilenin civarında olan aşiretler bunlara Horumbeyan, Hormekân ve Huvarzemiyan diye adlandırırlardı. Bugün Kiği ile Nazmiye ilçeleri arasından geçen Kiği nehrinin kıyısında eski Bağın kasabasına yakın Hormek adlı büyük bir köy harabesi vardır. Burası yıllarca viran bir hale geldikten sonra son çağlarda birkaç evli bir köy olarak kurulmuştur.

Hormek aşiretinin Horasan'dan Erzincan'a ve oradan Nazmiye ilçesine ve Hormek köyüne ve daha sonra Varto ve Kiği ilçelerine dağıldıkları, bugün bu il ve ilçelerdeki bölgelerde toplu olarak yaşayan bu halkın varlığından anlaşılmaktadır. Bu gerçeklikle beraber aşağılarda örneklerini yazacağım bazı tarihi belgeler bu görüşlerimi bir kat daha aydınlatacak ve Hormek kelimesinin aslının, Harzem adı olduğu kendisini gösterecektir.

Bu gerçeklik karşısında bile son çağlarda bu aşiretin ilağaları kendilerini Hamidiye alaylarına karşı kudretli göstermek ve manevi bir duygu ile aşireti eratını kendilerine bağlatıp toplu bir idare kurmak ve kendilerini halktan üstün tutmak için : - Evet, biz Harzemli Mehmet Şah'ın ana cihetinden torunlarıyız.... Lâkin babamız, Hazreti Peygamberin amcası Hamza pehlivanın torunlarından Ferâmuz Şah'tır. Bu zat, Ebülmüslim'in ordusunda serdar iken Hazreti Muhammet, Şah'ın kızıyla evlenmiştir. Biz bu ikisinin çocuklarıyız...Bunun için bize Ferâmuzdan kinaye olarak Fereşat - fero oğulları denilmektedir....- diye övünmüşlerdir.

Araplarda Ferâmuz Şah adlı bir kumandanın olmadığını ve bu adamın bir Türk serdarı olduğunu bilmekle dahi, bu iddianın bütün inceliğiyle yine Türk soyuna doğru aktığını ve bu aşiret halkının aşağı yukarı bütün menkibelerini durum ve göreneklerini elde ettiğimiz tarihi belgelerle yüzleştirince, Fero - fereşat oğullarının da bütün aşiret halkıyle birlikte Türk bir babadan olduklarını ve bu aşiretin Mehmet pehlivanı Elharzemin'in oğulları olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz.

1928 yılında Varto ilçesi kaymakamı olan Ankaralı Ramiz Bey'in yanında gördüğümüz Harzem Tarihi'nin 118 inci sahifesinde:

- Selçuk Padişahı Alparslan oğlu Melikşah'ın 1069-1072 Miladi yılında Anadolu fethine memur ettiği akrabası Kutulmuş oğlu serdar Süleyman Şah'la beraber Mehmet Pehlivani Elharzemi adlı bir emirin Erzincan'a geldiği ve Süleyman Şah Erzincan'ı fethederken, bu zatı buraya Bey dikerek batıya doğru seferine devam ettiği ve bugünkü Hormek kabilesinin bu adamdam türediği yazılmış, bu gerçeklik meydana çıkmıştı.

Yine 1928 yılında Hınıs ilçesinin Alâgöz köyünde oturan ve Hormekli aşiretinden Hasalı boyuna mensup olan Mehmet oğlu Ali'nin evinde okuduğumuz H.950 tarihinde yazılmış küçük bir secerede: Hormek kabilesinin ilağaları hakkında şu yazı vardı:

" İptidası Harzem deştinden gelen Mehmet Pehlivani Elharzemi, Erzincan diyârına bey olmuş ve sene fi rabiülevvel 540 tarihinde Erzenilrum'da vefat eylediğinden yerine oğlu Melik Şah Bey olup, kaçan Tatar Gelünca oğlu Cafer Şah çerisini alup, Sülbüs dağına oağ kurmuş ve Cafer Şah 629, oğlu Karazeynel 664, oğlu Beşir Bey 701 ve oğlu Mümin Bey 726, oğlu Zeynel Bey 769, oğlu Aynal Bey 804, oğlu Kara Yakup 835, oğlu Malhas ağa 878 tarihinde fevt olmuşlardır."

Hamailin alt kısmında H.1065 tarihinde yazıldığı anlaşılan diper bir yazıda:

" Alhas ağa oğlu Mustafa ağa 956 senei hicriyesinde vefat edip yerine oğlu Haydar ağa ilağası oldu. Mezburun 1019 tarihinde vefatiyle Hormek ilağası oğlu Gülabi'ye geçti. Bunun çağında Hormek aşairi yurdundan civara dağıldı. Gülâbi oğlu Fereşat ağa kavmini topladı, dedesi Kara Yakup ağanın kılıcını kuşandı, Sülbüs şehidine çıkıp burada cenk eyledi." diye yazılıdır.

Küçük bir hamail şeklinde olan bu şecere 950 yılında Hormekli Alhas ağa oğlu Ali tarafından yazılmıştır. Ondan sonra yazılan tarihsiz ve çeşit el yazılarında şecerenin bulunduğu ev sahibinin dedeleri, şecereyi yazan Alhas ağa oğlu ali'ye kadar götürülmüş ve şöylece sona erdirilmiştir:

- Mehmet bini Hüseyin, bini Muşâil, bini Kara Ali, bini Salakal, bini Muhammet, bini Mut, bini Gülâbi, bini Mustafa, bini Ali ağa, bini Alhas ağa diye 11 babasını kaydetmiştir ki, bunlara Alikân oymağı derler.

Bu eski şecere ve hamilin diğer kısımlarında cenk ve nusrata ait bazı âyetler, arapça ve türkçe dualar ve cin, peri şerrinden sakınmak için birkaç nüsha ile birçok türkçe gülbanklar vardır. Bu kabilenin Türklüğü hakkında oturdukları yerlerde ve Erzincan'ın Silepür bucağıyle Nazimiye2nin Civarik, Balik, Hormek köylerinde yeniden birçok canlı eserler ve yazılı mezar taşları gözlere çarpmaktadır. Doğu illerindeki nesil için yeni bir eser yazan emekli albay M.Rıza "Birlik ve Dilbirliğimiz" adını verdiği bu eserin 23 üncü sahifesinde:

"Hormik, Çarıklı ve Lolan aşiretleri soyca Türk olduklarını bilir ve söylerler" diyor.

Son çağlarda Varto'nun Şarik köyünde bu aşiretle beraber birçok Türk kabilelerinden bilgi veren bir sülâle şeceresi meydana çıktı. Bu şecere ilk önce H.582 yılında yazılmış ve 628 - 1232 yılında Selçuk hükümdarı Alâettin Keykubat tarafından tesdik edilerek, Sultanlık mühürüyle mühürlenmiştir. Başlıbaşına bir kitap dolduracak kadar uzun olan bu şecerenin belirttiğine göre: Şecerede adları yazılı on iki Türk aşireti, Selçukiler devrinde Horasan'dan Erzincan'a, Bağın (2) ve Hüsnü Mansur kasabalarına gelmişlerdir. Bu aşiretlerin başında Alevilik halifeleri olarak gelen Horasanlı Seyyit Mahmudi - Hayrani ve "Şahmensur baba" Hüsnü-Mensur kasabasında tekke kurmuşlardır. Sultan Alâettin Bağın kasabasına gelirken Şahmensur'la Seyyit Mahmud'un oğlu Haci Kureyşi ve Seyit Ali adiyle anılan Derviş Beyazi, bu on iki aşiretin ağalarını Bağın'da toplayarak bu seyyitlerden mucizât istemiş, bunlardan Şah Mensur duvar yürütmüş. Haci Kureyş ile Derviş Beyaz da fırındaki ateşe girmişlerdir. (3) Sultan Alâettin bunları bu mucizelerini şecerede tesbit edip silsilelerini tastik etmiş ve bu on iki Türk aşiretini pirlik ve mürşitlik bakımından Şah Mansur'la Hacı Kureyş'e ve rehberlik makamında Derviş Beyaz'a mürit edip lokma hakkına bağlamıştır.

Tamamen ve arapça ve bazı yerlerinde türkçe ile karışık bir yaziyle yazılan bu büyük şeceredeki Sultanların resmi mühür ve yazılarına bakılırsa; Sultan Alâettin'den bir asır sonra Osmanlı Padişahı Orhangazi bu şecereye ikinci bir şerh çekmiştir. Bu şerhte şecere sahiplerinin soylarından ve yerlerinden bahsedildikten sonra:

" Müceddeden hazihi şeceretün fi semane mâeti - mite, ve fi vakti lifeiha Bağdad, abdullahil Tayyip, fi vakti zülillâhi islâm, biismihi, Sultan Orhangazi"

Bu şerhten sonra Osmanlı Padişahı Murat Han, Bağın kasabasına gelip burdaki Türk aşiret ağalariyle şecere sahiplerini huzuruna alarak şecereye üçüncü bir şerh çekmiştir. Tastikten sonra şecere şöyle denilmektedir:

"Ve min Hazihi elsilsileyi elşerifü feridil-dehir, vehidil - asır, el seyyit şeyh Mahmudul - halli, fi vakti Sultan Murat Han ve zuhuru kerametihi, kerameten sahihan. Meşhuran fi huzuru Sultan Murat Han. dairetün bilnârilkesir. Fi kasabati Bağın."

Sultan Murat Han, Bağın kasabasına gelirken burada tarikat rehberi olan Derviş Beyaz oğullarından Ali Uyyun adlı bir zatı gösterdiği liyakatten dolayı kendisine Çapakçur ovasını vakfederek bu ovanın abı-tahhur köyünde namına bir tekke açmıştır. Bunun için şecerede şu metin vardır:

"Elmalum velmeşhur Derviş Beyaz veledi âlem, Ali - Uyyun mukayyedu filkütügi biltekiyeti elmüstemi memaliketü Çapakçur abi - tahhur."

Bu şecerenin Sultan Alâettin tarafından tasdik edildiği çağda, Bağın kasabasında şecere sahipleriyle birlikte Sultan'ın huzuruna gelip şeceredeki babalara mürit denen on iki Türk aşireti içinde Hormek kabilesinin o çağda başı olan Cafer'in de adı vardır. Şecere bu aşiretleri şöyle vasıflandırmaktadır:

1 - Cafer min kabileti delisenler, elmusamma ükseü dağ. İsmühü Sülbüsen (4). Bilâkabı Hurem began.
2 - Tevmur. Min kabileti alân. Elmusamma burkent budan.
3 - Hüseyin Min kabileti Ba-ilyas Elmusamma Han var.
4 - Muhammet Min kabileti Milli. Elmusamma Bozkır.
5 - Abdullah Min kabileti İzol. Elmusamma üç ayak bılakabı iki bölük.
6 - Ali Min kabileti Haydar. Elmusamma Bedirkan. Yulakkabu karavel.
7 - Mustafa Min kabileti Karsan. Elmusamma hançer dik. Yulak - kabu şaz.
8 - İbrahim Min kabileti Lâl. Elmusamma bayi-kara yulakkabu yürük uzun.
9 - Mahmut Min kabileti Çakır Tahir.
10 - Muhammed min kabileti Dada. Börek uzun. İbtidası bucaktan gelmedir.
11 - Yusuf min kabileti zor veliyan. Elmusamma duvardelen.
12 - Abbas min kabileti Merdis. Elmusamma külâh dik.

Bu şecerenin verdiği bil de: o çağda Hormek kabilesi lâkabının Hurum - began şeklinde olduğunu göstermektedir. Azerbaycan yakınlarında Harzem Türklerinin kondukları bir ova vardır ki, buraya Hurum - düzü ve bu ovadaki Türk ağalarına da Hurum beyleri denilmektedir. Bu kabile halkının bu ad altında Sülbüs eteklerine göçtükleri ihtimali vardır.

Şecerenin toplu  olarak verdiği bilgilere bakılırsa, Selçuk hükümdarı Sultan Alâettin, tasavvuf ve Aleviliğe büyük bir önem vermiştir (5) ve tarikat halifeleriyle birlikte Hicretin yedinci yılı başlarında doğu illerine gelen birçok Türk aşiretlerini okşamış ve onlardan faydalanmıştır. O çağda Erzincan ve Bağın kasabaları arasındaki verimli yerlere yerleşen bu Türk oymaklar sonradan Osmanlı Padişahı Orhangazi ve Sultan Murat tarafından bile himaye edilmiş, ancak bunlar Yavuz Sultan Selim çağında aşağıda gelecek bölümlerde açıklayacağım gibi, bu verimli ve açık yerlerden kaçıp Dersim'in kranlık dağlarına kaçmışlardır.

Bu şecerede adları yazılı olan aşiretler, bugün bildiğimiz pirlik bakımından bu babalara bağlanmışlardı. İzol, Hayderan, Karsan, Şahveliyan, Arili, Şadili, Milan ve iki kardeş kabile olan Hormek ve Hıran aşiretleridir. Diğer üç aşiretin hangileri olduğu bilinmemektedir.

Yukarıda sıraladığımız tarihi kaynaklar, toplu olarak gözönüne alınırsa : şecerede adı yazılı olan Cafer, Mehmet Pehlivani Elharzemin'in torunudur. Cafer'in Erzincan'ın Silepür bucağından göçerek o çağda Bağın kasabasına bağlı bulunan Sülbüs dağı eteklerindeki Hormek, Balık ve Civarik köylerini yeniden kurduğu söylenmekte ve bu cihet Alâgöz köyünde bulunan şereceden anlaşılmaktadır. Silepür bucağında Mehmet Pehlivani'nin kurduğu büyük köy, Dalay ve Şavşek adlı üç köy vardır. Bu köyler halen Hormek aşiretinin Alikân kabilesiyle meskündür.

Cafer ve kabilesi Bağın civarındaki köylerde çoğalmış, aşaı bölümlerdeki tarihi olaylar arasında açıkladığım gibi buradan parçalanıp Kiği, Varto, Refahiye ve Kuruçay ilçelerine dağılmışlardır.

Mehmet Pehlivan'ın Erzincan'da ne kadar kaldığı ve burada ne gibi işler gördüğü hakkında elimizde hiçbir tarihi belge yoktur. Yalnız Erzincan'ın Kutulmuş oğlu Serdar Süleyman Şah tarafından zaptından bir asır sonra, Ali Menküçekle, Selçukilerin elinde dolandığını ve nihayet Selçuk hükümdarı Kılıç Arslan oğlu Süleyman Şah, 1181-597 tarihinde Erzincan'a gelirken kardeşi Mugissüddin ve damatları Menküçek oğlu Fahrettin'i Behram Şah ile birleşip, topladıkları bir ordu ile Erzurum meliki Melek Şah bini Muhammet üzerine yürüyerek Erzurum'u Melik Şah'ın elinden aldıklarını, Erzincan tarihinin 38 inci sahifesinde okuyoruz.


Alagöz'deki küçük şecerenin verdiği bilgide : Mehmet Pehlivani Elharzeminin 1124-540 yılında Erzurum'da vefat ettiği ve yerine oğlu Melik Şah'ın Bey dikildiğini kaydettiğine göre : Mehmet Pehlivan'ın Erzincan'da Menküçek oğulları tarafından bastırılarak buradan Erzurum'a gelip Beylik kurduğunu ve burada öldüğü ve sonradan valiliği elinden alınan adamın Mehmet Pehlivan oğlu Melek Şah olduğunu tahmin edilmektedir.

Yine Erzincan tarihinin verdiği bilgiye göre 1211-627 yılına kadar Erzurum Ali-Menküçekle, Selçukilerden Rükneddini Cihan Şah elinde kalmış, Rükneddin, Harzemli Celâlüddin'e yardım ettiği için, Alâettin Keykubat, Erzurum'u bu tarihte Rükneddin'in elinden alarak ülkesine katmıştır.

Şorik köyündeki büyük şecerenin 1212-628 yılında Selçuk Sultanı Alâettin Keykubat tarafından tasdik ve mühürlendiğine ve bu şecerenin Melikşah oğlu Cafer'in adı geçtiğine göre, Cafer'in babasından sonra Erzurum ve Erzincan'daki kabilesini alarak Bağın kasabasına bağlı olan Sülbüs dağının eteğine gelip Hormek, Civarik ve Balık köylerini yeniden kurup arkasını bu sarp ve yalçın dağa dayamak suretiyle hayatını kurtardığı ve Sultan Alâettin bir müddet sonra Bağın havalisindeki aşiretleri yoklamaya gelirken o gün, Hormekli kabilesinin başı bulunan Cafer'in adını bu şecerede kaydettiği anlaşılmaktadır.

Tamamen Türk olduklarını yukarıda gösterdiğimiz tarihi belgelerle sabit olan bu aşiret halkının, hangi zorlamalar altında Bağın bölgesinden parçalanıp Kiği ve Varto ve doğu illerinin diğer kesimlerine dağıldıklarını, aşağı bölümlerde yazacağımız tarihi olaylar arasında açıklayacağım. Ve bu bölümlerde göstereceğim resmi kayıtlardan bilinidiği gibi Hormek halkı tarihin her çeşit devrinde Türk olduklarını bilerek milli birlik ve bütünlükten ayrılmadan zaman zaman, doğu illerinde esen herhangi yabancı fikir ve cereyanlara uymadan, bir Türk köylüsü ve çiftçisi olarak yaşamış ve istibdat devrinde Hamidiye alaylarının üstün kuvvet ve saldırıları karşısında bin türlü zorluklar altında sayısız can ve mal kaybına uğradıkları halde, hürriyet ve cesaretlerini kaybetmeden yıllarca kara kuvvet ve istibdatla çarpışmış, meşrutiyet devrinde ve Birinci Cihan Savaşı'nda vatan cephesine koşarak kanlarını dökmüştür.

Bu Türk halkı, büyük kurtarıcı Atatürk'ün yurt ve ulus uğurunda açtığı milli mücadele ülküsünde doğu illerinde Türklük ve Cumhuriyetin fedaileri kesilerek Şeyh Sait isyanında Varto ve Kiği bölgelerinde henüz askeri kuvvetlerimiz yetişmemişken, haftalarca karlı bellerde asi kuvvetlerle çarpışarak büyük yararlıklar göstermiş ve en son askeri müfrezeler emrinde milli ödevlerini sona erdirmişlerdir.

Ötedenberi kültüre bağlı bulunan ve bugün çoğu okur-yazar olan Hormek halkının Varto ilçesinin Üstüran bucağında yirmi bir köyde 5000 den fazla nüfusları vardır. Aşiret sisteminin mevcut bulunduğu çağlarda gerek Varto ve gerekse Kiği ile diğer kesimlerde bulunan bu kabilenin topluluğunu Kara Yakub'un ahfadından olan Fereşat - Fero oğulları idare etmiş, bu aile Hormek kabilesinin ocak başısı sayılmıştır. (6)







(1) Aslen Part Türklerinin Zaza-dümbeli şubesine mensup olan Şeyh Ali, rivayete göre ilim tahsili için Bağdat'a gitmiş, Nakşi halifesi olarak yurduna dönünce, 11 inci asır hieride tarikatını bütün Zaza-dümbeli şubesiyle, Cibran, Hasenan, ikran aşiretleriyle Kormanço şubesinin diğer boylarına aşılamıştır. Asi Şeyh Saidin ceddi olan bu adam, Halti Türk soyundan kinaye olarak nesebini Arap kumandanı Halit bin Velide intisap etmek suretiyle (Halidi) olduğunu söylemiştir.

(2) Bağın Karakoçan ilçesinin şimalinden geçen ve Dersim dağları eteklerinde bulunan Kiği-piri nehrinin geniş bir vadisinde kurulmuş pek eski bir Türk şehridir. Şecerenin anlattığına göre büyük bir kasaba olan bu yerin, yığın enkazların içinde şimdi küçük bir köy vardır.


(3) Bu fırının yıkık duvarları son zamana kadar bu civardaki halk tarafından tavaf edilir ve büyük bir ziyaret bilinirdi.


(4) Tercümesi şöyledir: "Delsinler - Delihasanlar kabilesinden olan Cafer ki, yüce dağ dedikleri sülbüsle anılır. Bu kabilenin lâkabları Hurem - began'dır". Sülbüs Dağı Hormek köyünün üstündedir.


(5) Sultan Alâettin, o çağda Şahmensura ayrı bir şecere vermiş, halen Malazgirt ilçesinin Şobak köyünde Seyyit Cafer oğulları yanında olan bu şecerede yine bu on iki Türk aşiretinin adları vardır. Bunlar : Hiran aşireti Cafer'in kardeşi olan Ali-dost oğullarıdır. Koçgiri ve İzol aşiretlerinin de Hormekli ile bir boydan oldukları söylenmektedir. Hiran aşireti Malazgirt'in Mohundu bucağının yirmi köyünde oturuyorlar.


(6) Fereşat oğulları Varto'ya gelmezden önce bu ilçedeki bu kabileyi bir müddet Sormamet oymağından orteymur ve daha sonra Hasanhan Ali oğulları idare etmişlerdir.